Takip Et

OSMANLI'DA TIMAR SİSTEMİNE GEÇİŞ

Tımar sisteminin uygulanmasında üç önemli amaca ulaşmak hedeflenmiştir. Birincisi tarımsal üretim devlet tarafından kontrol altında tutulmakta, üretim biçimi, araçları, üretilen tarım ürünlerinin çeşitliliğine ihtiyaca göre müdahale edilebilmekte, kısacası, devlet ihtiyaca göre, tarımda istediği çeşitlendirmeyi yönlendirebilmekte, bunun yanında üretim miktarlarına müdahale edebilmekteydi.

İkincisi çok zor ve pahalı olan bir ordunun beslenmesi, silah ve eğitim ihtiyaçlarının giderilmesi “tımar sistemi “ ile İstanbul dışında, devlete yük olmadan gerçekleştirilebilmekteydi.

Üçüncüsü, Toprağa tarım toplumu olarak iskân edilen değişik boylardan Türk toplulukları, tarım toprakları çevresinde kaynaştırılarak “millet” olmaları sağlanmaktaydı.

Osmanlı fethi, her şeyden önce tımar sisteminin yerleşmesi demektir; çünkü fethedilen bir ülkede toprakların il yazıcıları tarafından kayda geçirilerek (tahrir olunarak) tımarlara bölünmesi; fethin son ve kesin aşamasını oluşturmaktır (158).

Fethedilen yerlerde yerel egemenlerin varlığına hemen son verilmemiş; tersine bunların zamanla merkezi yönetim örgütü içine alınması yolu tercih edilmiştir. Bunun yanı sıra kuruluş döneminde temelde Osmanlı merkezinin henüz güçlenmemiş olması nedeniyle toprak açan, arazi şenlendiren Türkmen babaları, dervişler, gaziler gibi kurucu unsurlara da, tam mülkiyet üzere toprak temliki yapılmıştır. Aslında boş toprakların işlenmesi amacına yönelik olarak ve emeğin kıt olduğu bir ortamda yapılan bu temliklerin yanı sıra, bir de toprağın kendisinin yerine sadece vergi gelirinin temlik edilmesi söz konusu olmuştur (159).

Fetihlerle birlikte Osmanlı, ekonomik bakımdan çok değişik aşamalarda bulunan toplumlarla ilişkiye geçmiştir. Başlangıçta ele geçen toprakların sistemini (hatta buralardaki mülkiyet ilişkileriyle beraber kadim vergilerini de) koruyan Osmanlı, merkezin iktidarını güçlendirdikçe (II. Murad döneminden itibaren) bunları da miri toprak rejimi içine alarak, tüm ülkede geçerli tek bir sistem oluşturmaya gayret etmiştir. Doruk noktasına ise Fatih'le ulaşılacaktır (160).

Osmanlı ekonomik dokusunun tüm kurumları, kuruluş ile 16. yüzyıl arasında oluşmuş, olgunlaşmış ve özgün bir Osmanlı Üretim Tarzından söz edilecek düzeyde birbirleriyle adeta eklemleşerek, bütünleşmiştir (161).

Tımar genel adı altında toplanan dirlikler aslında üç büyük kategori halinde idiler. Yıllık gelirleri 20.000 akçeyi aşmayan ve olağan tımar olarak anılanlar, savaşta yararlılık gösteren sipahilere veriliyordu. Yıllık 20.000 ile 100.000 akçe arasında gelir getirenlere zeamet adı veriliyor ve bunlar İstanbul'daki merkezi yönetimde yüksek mevkilerde bulunan devlet görevlilerinin yanı sıra, olağandışı cesaret ya da yetenek sergileyen kişilere veriliyordu (162).

Tımar sisteminde toprak sınırlı da olsa küçülerek babadan oğula geçebilmiştir. Bu da batı toplumlarında yaşanan ve bir sınıf farkı yaratan derebeylikten farklı olduğu için uzun süre sistemin işlemesine olanak sağlamıştır. Miri arazi sistemi, köylüyü her türlü doğal ve toplumsal tehlikeler karşı da koruyan bir sistem olmuştur. Toprağı kiralayan ve işleyen çiftçiye de (reaya) tanınan haklar Osmanlı toprak düzeninde en önemli konulardan biri olmuştur. Tımarından memnun olmayan bir reaya şikâyet etme hakkı verilmiştir. Bir reayanın ölümünde toprak belirli önceliklere göre mirasçılarına belirli bir ölçeğin altına düşürülmeden ya da genişletilmeden devredilmiştir (163). 

ÖNEMLİ NOT: Bu sayfalarda yayınlanan okur yorumları okuyucuların kendilerine ait görüşlerdir.