Takip Et

YANLIŞ TARIMSAL POLİTİKALARIN TÜRK TARIM SEKTÖRÜNÜ GETİRDİĞİ NOKTA

Dünkü yazımızda tarım ürünleri ve gıdada fiyat artışlarının 2018-2019 dönemine ait seyrine ışık tutmuş,bu dönemdeki artışların “dış güçler” veya karaborsadan çok yapısal sorunlardan ileri geldiğini, artışların sorumluluğunun pazarlama aktörlerine ve sistemine ait olduğunu belirtmiştik.Bugün ise kaldığımız yerden devam ediyoruz.

2018-2019 döneminde olduğu gibi bugün de tarım ürünleri fiyat artışının nedenleri mazot, tohum, elektrik, veteriner hizmetleri, ,yem, tarım ilacı ve gübre gibi girdiler açısından dışa bağımlı olmasıyla açıklanamaz.

Makro ekonomik verilerin incelendiği dönem itibariyle fiyatlar enflasyondan arındırıldığı zaman, döviz kuru şokunun yarattığı maliyet etkisinden de ortalama düzeyde arındırılmış olacağından dolayı bu sonuç ortaya çıkmaktadır.

Bu matematik işlemi yapıldığında, geriye elde tüketici enflasyonunun üzerinde % 180 düzeyinde bir fiyat artışı kalmaktadır.

Bu oranda yüksek artışlar, tarım sektörü söz konusu olduğunda, genelde yaygın kuraklık ve benzeri doğal durumlarla ilişkilendirilse de 2018-2019 döneminde, bazı tarım ürünlerinde bir takım sorunlar yaşanmış olsa da tüm tarım deseninde böyle bir durum da gözlenmedi.

Nedenleri Türk Tarımının yapısı,planlaması ve makro dengeler içindeki payında aramak gerekir. Öncelikle Türkiye, 2008 yılından bu yana tarım sektöründe de dış ticaret açığı vermektedir.

Tarihsel olarak karşılaştırdığımızda yakın dönem tarım politikaları ile günümüz politikaları arasında büyük farklılıklar ve hedef seçimleri mevcuttur.

Özellikle 1950-1957 ve 1963-1970 dönemleri Türk tarımı açısından en çok kayırıldığı süreçler olarak karşımızda yer almaktadır.

Adnan Menderes ve Süleyman Demirel hükümetleri dönemlerinde tarıma milli gelirden ayrılan pay oldukça yüksek oranlarda gerçekleşmiştir.Genel kanaat ve hakim poltika “Türk çiftçisine zaruri ihtiyacı olduğu,tüm sektörlerin gelişmesi için tarımın sürekliliğinin esas alındığı politikaların bir “zaruret” olduğu düşüncesi bütçe endişelerine rağmen genel kabul görmüştür.Enflasyonun ana nedeni hiçbir zaman Türk çiftçisi olarak görülmemiştir.

Tarımda modernizasyonun gerçekleşmediği bu dönemlerde tam anlamı ile gerçekleşmediği bu dönemlerde en fazla tekrarlana “Türkiye’nin gıda açısından kendi kendisine yeterli olması ve tarım sektörünün dış ticaret söz konusu olduğunda önemli bir cari fazla kaynağı olması” tekrar edilen ezber olarak haırlarda kalmıştır.

Bu düşünce ne derece gerçekçidir?

Doğrusu 1950-1970 li yıllar arasında tarımsal üretim artışı nüfus artışından daha fazla idi.Ancak tarımsal ihracat bu dönemlerde dahi işlenmemiş tarımsal ürün gibi düşük katma değerli bir ihracat tüm ülkenin itahalatını karşılayacak düzeyde değildi.Özellikle 1970 sonrasında ülkenin cari açık yükünü katma değeri düşük tarım ürünleri değil katma değerli sınai ürün ihracatından elde edildiğidir.

Ancak bu sonuç tarıma yapılan yatırımı engellememeli, tarımı en alt sektör haline getirmemeliydi. Tarımın milli gelirden aldığı payı % 1 düzeyinin altına çeken politikalara sapılmamalıydı.

Türkiye, uluslararası şartlarda ekonomik ve siyasi bağımsızlığını korumak için sanayileşmesini dış kaynaktan ziyade tarımsal fazlalığın sanayiye aktarımına dayandırarak sürdürmek zorunda olmasına rağmen bu yoldan sapmıştır.

ÖNEMLİ NOT: Bu sayfalarda yayınlanan okur yorumları okuyucuların kendilerine ait görüşlerdir.