Takip Et

SELÇUKLU İMPARATORLUĞUNDA TARIMIN VERGİLENDİRİLMESİ-2

Türkler İslamiyet’i kabul ettiklerinde bir kısım halk yerleşik bir kısmı da konar-göçer bir şekilde hayatlarını idame ettirmekteydiler (28).

Tarım yerleşik hayat gerektiren bir hayat tarzı olduğu için, göçerlerin böyle bir üretim faaliyetine katılmadıkları söylenebilir. Tarımla uğraşanlara Büyük Selçuklu Devleti zamanında “Tarıgcı” denilmekteydi. Ziraat alanlarından elde edilen ürünler arasında buğday (alık), arpa, mısır (darı, tarıg), kaba yonca (yurinca), susam (yağ aguri) ve pamuk gibi ürünler yansıra meyve türleri kayısı (sarık), erik, elma (alma), armut, kavun (balak) ve sebze türleri havuç (keur) gelmekteydi. Meyvelerin üretiminin ardından dış pazarlara da çeşitli işlemlerden geçirilerek gönderildiği bilinmektedir. Meyve kuruları ve suları bu çerçevede sayılabilir (29).

Ticareti yapılan mallara gelince hiç şüphesiz bunların başında tarım ürünleri ve hayvancılık gelmektedir. İbn Batuta Antalya körfezinden Mısır'a kereste ihraç edildiğini, coğrafyacı İbn Said, Kastamonu'dan Sinop'taki tersanelerde kullanılmak üzere kereste gönderildiğini yazarlar. Ülkenin yapısına ve iklim şartlarına uygun olarak bol buğday, pirinç ve pamuk tarımı yapılıyor; Akdeniz ürünlerinden limon, portakal, muz yetiştiriliyordu. Hayvancılıkta at ve sığırın önemli yeri vardı. Koyun, keçi çok yaygın idi. Tiftik keçisi adı verilen bu sonuncu İslam ülkelerine ihraç ediliyordu (30).

Türkmen halkın ve çiftlik sahibi devlet ricali ile ayan'ın geniş meralarda besledikleri hayvanlar (bilhassa koyun sürüleri) ve bir de kasabalarda şehirlerde pek moda olan meyve ve bağcılık geçim kaynağı idi (31).

O dönemde pazaryeri vergileri çiftçi ve tüccardan alınmaktaydı. Kırşehir-Kayseri yolu üzerinde kurulan Ziyaret Pazarı da bu suretle bir kasaba haline gelmiş; Kırşehir Selçuklu valisi burada bir bezzazlar hanı inşa etmişti. Bugün mevcut olmayan bu kasabanın vergileri İlhaniler devrinde 14.000 dinar tutuyordu (32).

Çiftçi ve hayvan yetiştiricilerinden oluşan bu Türkmen toplulukları ürettikleri bitkisel ve hayvansal ürünleri Anadolu pazarlarında satarak geçimlerini temin ediyorlardı.

Azine pazarı, Germiyan'da Alemüddin pazarı Anadolu pazarların en meşhurları idi. Şehirlerin kapılarında da pazarlar kuruluyordu. Yakın-Doğu'da çok Türkmen göçebe yaşadığı için bunların bazıları Türkmenlerin hayvan mahsullerini sattıkları ve mamul madde aldıkları pazarlar idi. Bu sebeple bunlara "Türkmen Pazarı" adı verilirdi. Kırşehir'de, Halep'te, Musul'da meşhur Türkmen pazarları (sfık-ut-terikime) vardı (33).

Devletin kanunnamelerle pazarları düzenlemesindeki amaçların içerisinde canlı bir ekonomi, sürekli bir üretim oluşturmak ve ortaya çıkan tarımsal değerden vergi almayı sıralamak gerekir.

Devletin genel gelir kaynakları arasında tüccarlardan alınan vergiler, kervanlardan alınan gümrük vergileri, tabi devletlerden alınan vergiler, hayvancılıkla urağan konar-göçer Oğuz boylarından alınan vergiler ve ikta gelirleri bulunmaktaydı (34).

Özellikle devlet gelirlerinde başlıca gelir kaynağını ikta sistemi oluşturmaktaydı. Malum olduğu üzere devlet kendi hissesine düşen toprağı çeşitli hanedan üyeleri ve ileri gelen devlet adamları arasında belirli miktarlarda miri arazi olarak dağıtmaktaydı. Bu arazilere “Arazi-i Emiriye” adı verilmekte olup bugünkü anlamda aslı devlete ait olan hazine arazileri olarak adlandırılabilir ki bu o devirde “devlet tarafından kiraya verilen toprak” demekti. İbn Bîbi birçok yerde ikta taksimatının eklinden bahsetmektedir (35).

Araziyi kullanan toprak sahipleri ister asker sınıfından olsun ister memurlardan olsun elde ettikleri gelirlerden belli bir kısmını devlete vergi olarak vermekteydiler. Nizamülmülk ikta sahiplerinin nasıl davranmaları gerektiği ile ilgili tavsiyelerde bulunarak onların devleti temsil durumunda olduklarını işaret etmektedir (36).

Gelirler bakımından Selçuklu memleketlerinden özellikle Anadolu büyük bir gelime göstermiti. 13. yy. ortasında 27 milyon altın geliri bulunan Anadolu’ya karılık aynı zamanda Fransa’nın 3 milyon, İngiltere’nin 4 milyon gelirleri göz önüne alındığında Selçuklu ülkesindeki refahın düzeyi anlaşılmaktadır.

Osmanlı Klasik dönemini tarihleme konusunda tarihçiler arasında farklı görüşler bulunmaktadır. 

ÖNEMLİ NOT: Bu sayfalarda yayınlanan okur yorumları okuyucuların kendilerine ait görüşlerdir.