Takip Et

ATATÜRK DÖNEMİNDE TÜRK TARIMININ EKONOMİ İÇİNDEKİ YERİ

Cumhuriyet ilan edilmeden, Mustafa Kemal Atatürk 1 Mart 1922’de Meclisin Birinci Dönem Üçüncü Toplanma açılış konuşmasında köylüye, dolayısıyla kırsal alana ayrı bir önem verdiğini ve konu üzerinde hassasiyetle durduğunu açıkça ortaya koymuştur. Atatürk, ekonomi konusunda fikirlerini dile getirdiği konuşmasında; “Türkiye’nin sahibi ve efendisi kimdir? Bunun cevabını derhal birlikte verelim; Türkiye’nin gerçek sahibi ve efendisi hakiki üretici olan köylüdür. O halde herkesten daha çok refah, saadet ve servete hak kazanan ve layık olan da köylüdür. Bu nedenle Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümetinin izleyeceği yol, bu temel amacın sağlanması yönünde olmalıdır” seklindeki yaklaşımı, bir yandan memleketin tarıma dayalı ekonomik yapısını ortaya koyarken, diğer yandan bu dönemden itibaren kalkınmaya yönelik çabalarda kırsal alana verilecek önem ve önceliği de açıkça belirtmiş olmaktadır (Bkz Bakırcı,TBMM).

 

Genç Türkiye Cumhuriyeti 1929 yılına kadar dış ticaretine, gümrüklerine ve ödemelerine Lozan Antlaşması koşulları nedeniyle pek egemen olamamıştır. 1929 ve 1930 yıllarında dünya ülkelerinin karsı karsıya bulunduğu kriz Türkiye’yi de etkilemiş aynı zamanda tarım ürünlerine dayalı olan Türk ihracat olanaklarını felç etmiş ve ekonominin çok şiddetli sarsıntı geçirmesine neden olmuştur. Bu gerçekler karsısında Türkiye’nin yapabileceği ise, tarımda ve kırsal kesimde kalkınmanın sağlanarak, kaynak yaratılmasıdır. Cumhuriyetin kuruluş yıllarında bundan hareketle, dönemin hükümetleri bunun kırsal kalkınma ile olabileceğini düşünerek köylüye yönelik önemli adımlar atmışlardır (1).

 

1922-1950 döneminde Türk ekonomisi dahilinde en düşük paya sanayi sektörünün sahip olduğu anlaşılmaktadır. Dolayısıyla istatistiksel verilere dayanarak ilgili dönemde Türkiye’nin halen sanayileşmiş bir ülke görünümü kazanamadığını söyleyebiliriz. Türkiye bu istatistiklere göre halen bir tarım ülkesi görünümündedir. Tabii burada dönemin olumsuz şartlarını göz ardı etmemek gerekir. Olumsuz şartlar içerisinde mevcut durumun korunması bile başarı olarak kabul edilebilir. Dönem içerisinde sanayi başta olmak üzere bütün sektörlerde istikrarsız gelişmeler meydana gelmiştir. Bu istikrarsız gelişmelerin en önemli sebeplerinden birisi de ekonominin halen tarım ağırlıklı olmasından kaynaklanmaktadır. İklimdeki değişmelere bağlı olarak en büyük dalgalanmalar tarımda oluşmuş; buradaki gelişmeler ise zincirleme olarak diğer sektörlerin ve ekonominin dalgalanmasına yol açmıştır (2).

 

Cumhuriyetin başlangıç yıllarında temel üretim aracı olan toprakta üretim ilişkilerinin özünü büyük ölçüde Osmanlı’dan devralınan miras belirlemektedir. Anadolu’da tarıma temel olarak aile emeği ile üretim yapılan geçimlik düzeydeki küçük köylü isletmeleri egemendir. Bu isletmeler sanayi bitkilerine değil, daha çok yerinde kullanılacak tahıl üzerine kurulu, son derece geri teknoloji kullanan ilkel bir yapıya sahiptirler. Ege, Çukurova ve Doğu Karadeniz tarımın en fazla ticarileştiği, kapitalist üretim ilişkilerinin en çok yayıldığı yöreler iken, Doğu ve Güneydoğu bölgelerinde ise yarı- feodal üretim ilişkileri ağırlık kazanmıştır. Cumhuriyetin ilk yıllarında toplam 13 milyonluk nüfusun %84’ü köylerde oturmakta ve üretim esas olarak tarıma dayanmaktadır. 1923’te GSMH içinde tarımın payı %43.1, sanayinin payı %10.6, hizmetler kesiminin payı %46.3 olarak gerçekleşmiştir. Toplam istihdam içinde tarım kesiminin payı %80’in üstündedir. İhracat gelirlerinin %85’i tarımsal ürünlerden sağlanmaktadır (3).

 

1927-1950 yılları arasında çalışan nüfusun büyük çoğunluğu tarım sektöründedir. Bu oran 1927’de %80.9 iken 1950 yılında ise %77.7’dir. Aradaki geçen dönem boyunca istihdam yapısında fazla bir değişiklik olmamıştır. 1950 yılı itibariyle de Türkiye halen bir tarım ülkesi görünümünü korumaktadır.

 

1027-1950 yılları arasında tarımsal milli gelirin genel milli gelire oranı ele alındığında 1927 yılında %57,6 olan oran (küçük artış-azalışlar dışında) genel olarak dönem sonunda %50’ye kadar düşmüştür. Tarımda yaratılan milli gelirin genel milli gelire oranı 1931 yılında %61,4 ile yüksek seviyeye çıkmış, 1949’da ise %46,9 ile en düşük seviyeye inmiştir. 

ÖNEMLİ NOT: Bu sayfalarda yayınlanan okur yorumları okuyucuların kendilerine ait görüşlerdir.