Takip Et

ANADOLU’DA TÜRKLÜK DÖNEMLERİNİN BAŞLANGICINDA TARIM

İslam öncesi Türklerde Toprak İslam öncesi Türkler ziraatla ve daha fazlaca hayvancılıkla uğraşırlardı. İslamiyet öncesi Türklerde özel mülkiyet hakkı başlangıçta bütün bir soya aitti. Zamanla çıkarılan arazi kanunları, arazinin şahıs mülkiyeti haline gelmesine vesile olmuştur. İslam öncesi Türk devletlerinin, kısmen yerleşik de olsa, göçebe hayat tarzı ve ananelerine göre bir mülkiyet telakkisine sahip oldukları bilinmektedir. Bilindiği üzere hayvancılık göçebe toplulukların ayrılmaz bir parçasıdır. Hayvanlarına otlak vazifesi görmesinden dolayı göçebeler için toprağın ehemmiyeti büyüktü; otlaklar, fertlerin değil, kabile veya toplulukların mülkiyetinde bulunuyordu. Eski Türklerde özel mülkiyete dâhil bulunan arazi, kabilenin müşterek mülkiyetinde bulunan toprakların paylaşılması ve şahıs ile kabileye ait olmayan boş yerlerin benimsenmesi suretiyle meydana gelmişti. Özel mülkiyette sahibi, tam anlamıyla toprağı temellük ederdi.

XI. yüzyıldan itibaren Anadolu’ya yerleşmeye başlayan Türkler, Orta Asya tarım geleneklerini de beraberlerinde taşımış olsalar da Anadolu’nun özel şartlarına göre yeni tarım usul ve teknikleri geliştirmişlerdir. Bu arada otlak, yaylak ve kışlak paylaşımı dışında, gönüllü olarak veya devlet eliyle zorla iskân edilen toplulukların ekip dikecekleri arazilerin mülkiyeti sorunu ortaya çıkmıştır. Bu süreç Anadolu’da Selçuklu hâkimiyeti ile başlamış, günümüze kadar da devam etmektedir. Selçuklu Devleti döneminde ortaya çıkan en önemli sorun, tarım topraklarının kime ait olacağı idi.

Göçebe ve yarı göçebe toplulukların devlet tarafından denetlenememesi, devlet açısından sorun teşkil etmektedir. Devlet açısından bu sorun hem mali hem de inzibatidir. Bu sorunların üstesinden gelmenin çözümü de göçebe toplulukları belli alanlarda iskân etmekten geçmekteydi. Bu alanlarında toprak tarımına uygun araziler olma zorunluluğunu da beraberinde getirmekteydi.

Anadolu Selçuklu devletinin merkez-kaç hareketleri denetleyememesinin neden olduğu bir diğer yapı da; tarımsal işletme birimlerinin artan oranlarda özel mülkiyete geçmesidir. Bu döneme ilişkin toprak satışlarını gösteren belgelerin çokluğu; özel mülkiyete dönüşmüş ve sahiplerinin bizzat işledikleri toprak payının artmış olduğu malikânelerde yarıcılık ve ortakçı kulluk ilişkilerinin yaygınlığına işaret etmektedir (157).

Osmanlı toprak sistemi, çiftçiyi örgütleme, üretime katkı koyma bakımından ilerici bir konumda idi. Tarımla ilgili yasaların ihlalinde uygulanan müeyyideler daha etkiliydi. Osmanlı Devleti üreticiyi, daha fazla ürettirmek, daha fazla vergilendirmek ve denetim altında tutmak amacı ile tarım topraklarını devlet malı ilan etmiş, üreticiyi de bir çeşit kiracı olarak düşünmüştür.

Bu sistemin uygulanmasında üç önemli amaca ulaşmak hedeflenmiştir. Birincisi tarımsal üretim devlet tarafından kontrol altında tutulmakta, üretim biçimi, araçları, üretilen tarım ürünlerinin çeşitliliğine ihtiyaca göre müdahale edilebilmekte, kısacası, devlet ihtiyaca göre, tarımda istediği çeşitlendirmeyi yönlendirebilmekte, bunun yanında üretim miktarlarına müdahale edebilmekteydi.

İkincisi çok zor ve pahalı olan bir ordunun beslenmesi, silah ve eğitim ihtiyaçlarının giderilmesi “tımar sistemi “ ile İstanbul dışında, devlete yük olmadan gerçekleştirilebilmekteydi.

Üçüncüsü, Toprağa tarım toplumu olarak iskân edilen değişik boylardan Türk toplulukları, tarım toprakları çevresinde kaynaştırılarak “millet” olmaları sağlanmaktaydı. 

ÖNEMLİ NOT: Bu sayfalarda yayınlanan okur yorumları okuyucuların kendilerine ait görüşlerdir.