Takip Et

TÜRK TARIMININ PERİŞAN YOLCULUĞU

Günümüz Türkiye’si zor bir ekonomik labirentte geçmektedir.

Her ne kadar iyimser “hava” pompalanmak istense de başarılı olamamaktadır.

Orta gelirli ve az birikim sahibi kesim ellerinde bulunan az miktarlardaki birikimlerini Türk Lirası ve döviz karşısında korumak için sağlam dal aramakta bulamamaktadır.

Türk çiftçisi ise bu dertten uzaktır.Çünkü elinde birikim denen para miktarcığı olmadığı gibi banka ve kooperatif kredi faizlerini ödemekte büyük zorluklar içerisinde olduğu gibi artan girdi maliyetleri ümidini tam olarak yok etmiştir.

Hele 2022 yılbaşı itibari ile gelen akaryakıt ve sulama suyu elektrik zamları tarımdan ayrılmak için bir karar alma zorunluluğunu ortaya koymaktadır.

Hükümet ve tarım bakanlığı her ne kadar ısrarla “ekilmedik bir santimetre kare toprak bırakmayın” dese de bu çağrı gübre,akaryakıt,elektrik,zirai ilaç vb girdi zamları dolayısıyla zorunlu olarak çiftçi nezdinde itibr görmemektedir.Türk çiftçisi bu girdi fiyatları ile ürettiğinden zarar edeceğine emin gibidir.

Ülkemizde tarımla uğraşan kesim, gelişmiş ülkelerle kıyaslandığında oldukça sınırlı miktarda toprağa sahip olduğundan birim başına düşen verimliliği artırabilmek amacıyla sulanabilir alanları artırmaya ve katma değeri daha yüksek meyve ve sebze üretimine yönelerek çözmeye çalışmaktadırlar.

Bu alanda sebze ve meyve üretimi arayışının planlı bir şekilde sürdürülmemesi,tarım ürünleri planlamasının mevzuatta yer almaması arz-talep dengesini bozduğu gibi,sebze ve meyvede ihracat ve dış rekabete dayalı üretim sistemi de tesadüflere bırakılmaktadır.

Sebze ve meyvede olmazsa olmaz olan ilk şart tarımsal sulamadır. Sulanan alanların sınırlı genişlemesine paralel, sebze ve meyve yetiştirilen alanlar da sulama alanlarına paralel olarak genişleme eğilimindedir. Çiftçiler değeri daha yüksek ürünlere yoğunlaşarak meyve ve sebze tarımına uyum göstermeye çalışmaktadırlar. Bir anlamda, küçük ölçekli işletmeler olarak emek yoğun ürünlere yönelerek geçimlikten yarı-geçimlik konuma geçiş yapmaya çalışmaktadırlar.Ancak bu geçişte özellikle elektrik ,akaryakıt,kimyevi gübre,toprak düzenleme ürünleri ve zirai ilaç girdileri hesaplaması ihmal edilmektedir.

Kırsal bölgelerde tarıma bağlılık, tarıma dayalı sanayi ve hizmet sektörlerinin gelişememesi, tarımda verimliliğin ve gelirin düşüklüğü gibi sebepler bu bölgelerden büyük kentlere olan göçü hızlandırmaktadır.Çiftçi ailesi mensubu olan gençler toprakta ve ağılda-ahırda zararına çalışmaktansa asgari ücretle-sigortalı veya sigortasız- sanayi sektöründe çalışmayı tercih etmektedir.Ve kırsalda kalan ve tarımla uğraşan mevcut “Y” kuşağı ise tarımın son halkası durumundadır.

Politikacılar ve bürokrasi ithal yolu ile gıda tedarikini sonsuza kadar sürdürüleceği inancı ile Türk tarımını kendi kaderi ile baş başa bırakmaktadır.

Sadece iş bulma ümidine güvenerek yola çıkan bu kesim,büyük kentlerde ise hızlı nüfus artışına paralel olarak işsizlik, altyapı yetersizliği, kaçak yapılaşma, güvenlik ve çevre sorunları ortaya çıkmaktadır.

Geride ise yaşlanmış bir çiftçi nüfusu,son derece yüksek girdilerle sürdürülmeye çalışılan tarımsal üretim süreci ve gıda tedarikinin sona ermesi gibi bir tehlike kalmaktadır. 

ÖNEMLİ NOT: Bu sayfalarda yayınlanan okur yorumları okuyucuların kendilerine ait görüşlerdir.