28 Haziran 1914’te Gavrilo Princip isminde bir genç tabancasını Avusturya-Macaristan tahtının varisi ve otomobiliyle Saraybosna sokaklarından geçmekte olan Ferdinand’a doğrulttu. Gavrilo’nun tabancasından çıkan kurşun Ferdinand’ı ve eşi Sophie’nin hayatını kaybetmesine neden oldu. Ardından basit bir cinayet hadisesi kısa sürede bir girdap gibi birçok ulusu büyük bir savaşa çekti. Bu savaş, I. Dünya Savaşı’ydı ya da eskilerin deyimiyle Cihan Harbi’ydi. Savaş aslında bir cinayetten dolayı değil; onu hazırlayan koşulların oluşması ile başlamıştı. Cinayet hadisesi ise var olan koşullara bir kıvılcım vazifesi görmüştü. Savaş birçok devleti içine aldı ve ancak 11 Kasım 1918’de kazananlar da kaybedenler de tükenmek üzereyken sona erdi. Savaş sonunda sınırlar değişti, yeni devletler ortaya çıktı, büyük devletler arasındaki güçler dengesi değişti, sekiz milyondan fazla kişi hayatını kaybetti ve daha fazlası yaralandı veya kayboldu. Ne var ki savaş düzen getirmedi. Yeni ideolojiler ve II. Dünya Savaşı’na zemin hazırladı. Bu savaştan en fazla etkilenen yerler ise Osmanlı’nın hâkim olduğu topraklar ve çevresi oldu. Özellikle de Sıcak Topraklar. Öncesinde gizli anlaşmalarla bölünen yerler ve kurulan devletler daha sonra filen hayata geçirildi. Ancak tüm bu değişiklikler olurken merkezde, bölge insanları değil; bölgeden beslenen güçler yer aldı. Bir süre sonra bu güçler varlıklarını kendi unsurları ile değil; bölgedeki aktörlerle gerçekleştirme yolunu seçtiler. Ancak denenen her seçenek daha fazla karmaşa yarattı. Sonunda da savaş Ortadoğu’ya bitmeyen bir çatışma ortamı bıraktı. Bu çatışma ortamının izlerini 100 yıl sonra Suriye’de, Irak’ta, Filistin’de, Yemen’de, Mısır’da ve Libya’da açıkça görebilirsiniz.
Bir yandan seçimler bir yandan da Filistin’i konuşurken Işid’e yönelik birkaç gün öncesinde başlayan Amerikan saldırısı bütün haber kanallarının dikkatini çekti. Başkan Obama’nın kararlı açıklamaları ve operasyonlara bir bitiş tarihi verilmemesi sert mesajlar olarak algılandı. Peki, Musul düşerken harekete geçmeyen Amerikan uçakları neden şimdi harekete geçti? Cevap zaten malumun ilanı. Amerika’nın bölgede en iyi ilişki kurduğu ve zaman zaman bir müttefik olarak gördüğü Erbil yönetimini içine düştüğü zor durumdan kurtarmak. Işid kuvvetleri ya da kendi deyimleri ile İslam Devleti şimdiye kadar neden durdurulamadı. Buna bir tek cevap vermek mümkün değil. Ancak birçok cevabı bir araya getirecek olursak, konjonktür diyebiliriz. Bu kelimeyi biraz daha açacak olursak, Arap Baharı’nın sarsıntıları, Maliki yönetiminin mezhepçi tavrı, Suriye’deki çatışmalar, Irak’taki kimi Sünni gruplar arasındaki ittifak, bölgenin uzun zamandır silahlandırılmış olması, Amerika’nın Irak politikası, petrol kuyuları, mezhepçi-kabileci ayırımlar vb. bunlar içinde gösterilebilir. Elde ettiği güce bakılırsa Işid, Irak’a yerleşmek ve Irak’ın belli bölgelerinde otorite sahibi olmak istiyor. Bağdat’a doğru ilerlerken yönünü Kuzey Irak’a çevirmesi de bölgeye yerleşmek istemesinden kaynaklanıyor. Çünkü bir taban yaratmadan ve tabanının desteğini almadan hedeflerini gerçekleştirmesi mümkün değil. Üstelik Irak’ın güneyinde kendisine taban olabilecek kuvvetli bir demografik yapı bulunmuyor. Ancak Bağdat’ın kuzeyinde, Suriye sınırında hatta Irak’ın kuzeyinde belli bölgelerde kendisine bir taban yaratma ve onu genişletme ihtimali son derece mümkün. Bağdat ile giriştiği sert mücadelede arkasını güvence altına almak için Erbil yönetimi ile karşı karşıya gelmesi kaçınılmaz bir durum. Bu yüzden de Işid’in hedefleri Amerika’nın planları ile ters düşmüş durumda. Üstelik her geçen gün kuvvetlenmeleri de Amerikalıları rahatsız eden başka bir durum. Ancak Erbil’e doğru hareket eden Işid güçlerinin bundan sonraki pozisyonları daha da önemli. Amerika, Erbil’deki müttefiklerini desteklemekten yana bir tavır sergiledi. Şimdiye kadar seçim atmosferi içinde olan ve rehinelerden dolayı Işid sorununu çok hassas bir şekilde ele almaya çalışan Türkiye’nin tavrı da bundan sonra çok önemli olacak. Çünkü yürütülen çözüm sürecinin en önemli ayaklarından birini teşkil eden Erbil yönetiminin içine düşeceği handikap Türkiye’yi rahatsız edecektir. Tüm bu faktörler göz önüne alındığında Irak’taki ve Suriye’deki gelişmeler ilerleyen zamanlarda kendisinden daha fazla söz ettireceğe benziyor. Ancak Amerika’nın Irak’taki Işid’e yönelik hava harekâtından fazla beklenti içinde olmamak gerek. Hatta bunun Işid’e yararlı olması bile ihtimal dâhilindedir. Amerika ile savaşan bir güç olarak kendisine yeni pozisyonlar çizme ve taraftar toplamada hızlandırıcı bir etki de yapabilir. Amerika için çok yönlü bir kare harekâtı ise şu aşamada pek mümkün değildir. Bu yüzden Türkiye açısından Irak’taki gelişmeler konusunda dikkatli olunmasında yarar vardır. I. Dünya Savaşı’nın 100. yılına doğru giderken tekrar bölgedeki sınır değişikliklerini konuşuyor oluşumuz da tarihten ders alınması gerektiğini bizlere bir kez daha hatırlatmaktadır.
Bu arada bölgenin biraz daha dışında kalan ve daha öncelerde bazı bilgiler verdiğimiz Güney Sudan’da olan bitene de bir göz atmakta yarar var. Güney Sudan’da gelişmelerin son derece vahim bir hal aldığı ve bir insanlık krizinin ortada olduğu tüm dünya tarafından gözlenmektedir. Sudan meselenin çözümü için gayret sarf ediyor ve Riek Machar ile Salva Kiir’i bir araya getirmeye çalışıyor. Bu konuda Etiyopya’nın da üstüne düşen görevler var. Çünkü Riek Machar’a bağlı gruplara sınır teşkil ediyor. Üstelik barış görüşmeleri bir süredir Addis Ababa’da devam ediyor. Addis Ababa ve Hartum barış zemininin arandığı başkentlerden ikisi. Ancak her ne kadar görüşmeler olsa da çatışmalar devam etmekte. Tüm dünya dikkatini Ortadoğu’daki gelişmelere vermişken bölgede olan bitenler biraz daha önemli bir hal alıyor. Çünkü çatışmaların kuvvetlenmesinden yana olanlar için yeniden pozisyon almak için uygun bir zamandan geçiyoruz. O yüzden çatışmaların bitmesi için bölge ülkelerinin daha fazla mesai harcaması gereken bir dönemden geçmekteyiz. Bu konuda en fazla sorumluluk sahibi olan isimler ise Sudan Cumhurbaşkanı Ömer El Beşir ve Etiyopya Cumhurbaşkanı Mulatu Teshome’dur. Tabi Birleşmiş Milletler’in bölgede söz sahibi olan Afrikalı ve Afrikalı olmayan tüm muhatapları aynı masa etrafında toplanması için kuvvetli baskı yapması da zaruridir. Çünkü çok sayıda insan açlıkla karşı karşıya kalmıştır. Hem Irak’taki hem de Güney Sudan’daki gelişmelere baktığımızda meseleyi sadece din ve mezhep üzerinden açıklamanın yeterli olmadığı da açıkça görülmektedir. Meselelere daha derinlemesine bakmaya ve bölgeyi tüm aktörleri ile aynı anda ele almaya ihtiyaç vardır. Çünkü Irak Müslüman bir ülke iken Güney Sudan Hristiyan bir ülkedir. Ancak her ikisi de iç savaşla uğraşmaktadır. Her ikisinde de farklı etnik ve dini aidiyetleri olan sivil insanlar hayatlarını kaybetmektedir. Yine Doğu Türkistan’da Türklerin yaşadığı acılar ve Ukrayna’daki gelişmeler de meselelerin ve yaşanan kavgaların ne kadar karmaşık olduğunu göstermektedir. Bu yüzden çatışmaların ve kavgaların kimin işine yaradığına dikkatlice bakmakta yarar vardır.
ÖNEMLİ NOT: Bu sayfalarda yayınlanan okur yorumları okuyucuların kendilerine ait görüşlerdir.