İncirin develerle taşınmasının macerası Sarayköy’de başlardı. En tanınmış deveci ağalarında birisi de efsane haline gelen Sarayköylü Molla Bekir’dir. Söylenceye göre Molla Bekir’in develerinin öncüsü Nazilli’ye vardığında, sonuncu develer daha Sarayköy’den hareket etmemiş olurlardı.
Sarayköylü Koca Bekir, Nazilli’nin üzümünü, incirini alır, Sarayköy’e, Tavas’a götürür, toptan ticaretle aldığı mallarını orada perakende ticaretle uğraşanlara satardı. Ali Amasyalı, Dereköylü Ömer Hoca’da bu gibi ticaretle uğraşmışlardı116) .
Deveci Osman, köylünün ürünlerini, Köşk’te Kabay adlı bir Yahudi adına satın alıyor develeriyle Kabay’ın mağazasına götürüyordu; Kabay da Kuyucak(Ortakçı)’dan Deveci Osman’ın da getirdiği yemişleri İzmir’den kendisine mal almaya gelen tüccara satıyordu(117).
Mevsim sonunda hesap görülürken deveci ağa “senin şu kadar borcun kaldı” dediği zaman, köylünün kaç çuval malının kaç kuruştan satılmış, neden o kadar borcu kalmış olduğunu sormaya gücü yoktu(118).
Deveci ağası İzmir’deki komisyoncudan Mart ayından önce aldığı avans için yüzde on iki faiz verir, Mart'tan sonra faizsiz para alırdı. Nakit sıkıntısı olmayan ağa, para sıkıntısı çeken üreticiye toptan para vermez, genellikle haftalık harçlık verirdi. Böylece üretici köylüyü sürekli kendisine bağlı kılar, onu bekleterek, yalvartarak ağalığın itibarını gösterirdi. Mevsim sonunda hesap görüldüğü zaman da köylüye ne kadar borcu kaldığını- ki köylü daima borçlu kalır-bildirir ve gelecek seneye devreden bir borç senedi alırdı(119).
İzmir ve art bölgesindeki tarım ve ticaret hayatında böylesine etkin bir işleve sahip olan deveciler 1.Dünya Savaşı'na kadar yaşadı. Deveciliğin ortadan kalkmasına neden olan savaşın iki etkisi olmuştur; birincisi moratoryum ilanının krediyi ortadan kaldırması, ikincisi de savaş nedeniyle ihracat ihtimali olmadığından, yemiş çarşısının, satılıp satılmayacağı belli olmayan bir ürün için kimsenin avans vermeye cesaret edememesidir. Bu durumda deveci köylüye avans vermediği gibi, köylü de deveciye borcunu derhal ödeme zorunluluğundan kurtulduğu için, malını istediğine satma konusunda serbest kalmış, böylece köylü ile deveci arasındaki bağ kopmuş oluyordu(120).
Meyve mevsiminde, Küçük Asya’nın dört bucağından deve kervanlarının gelişiyle İzmir’de her yer canlanır, hareketlenir. Bu deve grupları genellikle beş veya altı, nadiren daha çok sayıda, başı öbürünün kuyruğuna bağlanmış hayvandan oluşur... Bu tuhaf görünümlü dört ayaklılar pazara giden sokaklara dizi dizi girdiklerinde çan sesleri bütün şehri doldurur. Tüccar hanlarının avlularına vardıklarında develer çömelir ve yükleri boşaltılır ve çabucak ortadan kaldırılır. Kadın erkek, çoluk çocuk işçi grupları bu uzun çalışma gününde meyveleri ihraç edilmek üzere paketlerler. İncirlere yapılan işlem çok ilginçtir ve herkes telaş içinde çalışır. Olgun ama henüz yeşil meyveler dallarından ve yapraklarından ayrılır, sonra avuç avuç davula benzer kaplara doldurulur, kabın şekline uysun diye daire şeklinde dizilir... İncirler paketlendikten sonra, meyvelerin şişmesini önlemek amacıyla kutuların kapakları çivilenir... Ve derhal ihraç edilmek üzere gemilere yüklenir. Yolculuk sırasında daha da olgunlaşırlar ve üstleri şekerli bir tabakayla kaplanır. Taze mevsim meyveleriyle Londra’ya ilk ulaşan gemiye para ödülü verildiği rivayet edilir(121).
ÖNEMLİ NOT: Bu sayfalarda yayınlanan okur yorumları okuyucuların kendilerine ait görüşlerdir.