Bizim görüşümüz ise İstanbul’un fethi ile başlayım Tanzimat dönemi ile sonuçlandığıdır. Çünkü her iki olay da tarihsel, kültürel, sosyal, ekonomik ve siyasal olarak döneminin ve Osmanlı’nın en radikal kararlarının alındığı, devlet yönetiminin yaşama biçimine son derece etkili olduğu olaylardır.
Tanzimat’a giden yolda ise Avrupa, İngiltere, Fransız etkilerini eklemek gerekir.
Orta çağda, yeniçağa göre daha durağan sayabileceğimiz siyasal ve sosyal gelişmelerin aksine yeniçağ siyasal ve sosyal hareketliliğinden dolayı vergi düzenlemelerinde de hızlı ve köklü değişimlerin yaşandığı dönem olmuştur. Bunun da temelinde devletlerin idaresinde artık anayasaların ağırlıkla yer almasıdır.
Bu dönemin çağlarında halk-kral ilişkilerinde vergi önemli bir unsur haline gelmiştir. Sosyal olaylar vücuda gelmeye başlamıştır. İlk örneklerden birisi olarak İngiltere Kralı Yurtsuz John zamanında meydana gelmiş ve halk hükümdarın ağır vergiler koymasına ayaklanmıştır. Bu ayaklanma neticesinde 1215 Büyük Özgürlük Fermanı Manga Carta ortaya çıkmıştır. 36 maddelik bu fermanda yer alan en önemli konulardan birisi vergi ile ilgili düzenlemelerdir. Magna Carta’dan Fransız İhtilaline kadar tüm halk hareketlerinin ya da demokrasi hareketlerinin temelinde vergi eşitliğini sağlama ve mutlak iktidarın yetkilerini sınırlandırma kaygısı vardır. Demokrasinin temel ilkeleri arasında olan halk denetimi ve eşitlik kavramları vergilendirmenin de temel ilkeleri olup, buradan vergilendirme ilkelerinin doğumunun demokrasi ile aynı zamana rastladığını söylemek mümkündür.
18.yüzyılda Fransız devrimi ve Napolyon yönetimindeki Fransa’nın imparatorluk haline gelmesi Avrupa devletlerinin siyasal ve mali yapılarını da derinden etkilemiştir. Fransa’da olduğu gibi diğer Avrupa devletlerinin mali yapılarının bu etkileşmeden dolayı vergi düzenlemelerinde de köklü ve radikal değişiklikler ortaya çıkmıştır.
Osmanlı Devleti klasik döneminde diğer dünya devletlerinde olduğu gibi temel üretim faaliyetlerinin başında tarım gelmekteydi. Ekonomik hayatın temelinde tarımsal üretim yatmaktaydı.
Bu dönemde Osmanlı Devletinin tarım ürünü ihracatı oldukça düşüktür. Bunun da nedeni gıda ve hububat stoklarının ve gıdaya erişimde önceliğin İstanbu ve Osmanlı toplumları olması idi. Ancak kaçak yollardan yurt dışına başta hububat olmak üzere, hayvan ve orman ürünleri kaçırılmaktaydı.
Tarımsal üretimden elde edilen gelirlerin büyük bir kısmına oluşturulan vergi mekanizması marifetiyle el konulmaktaydı. Elde edilen vergiler bu vergi mekanizması ile siyasi merkeze aktarılmaktaydı (37).
Osmanlı Devleti içtimai yapısında toplum genel olarak iki sınıfa ayrılmıştır. Bu iki sınıftan biri padişah tarafından dini ya da idari yetkilere sahip insanlardan meydana gelen askeri sınıf olarak adlandırılan yönetenler sınıfı, ikinci sınıf ise yönetime asla katılmayan ve reaya olarak adlandırılan çeşitli toplumun çeşitli katmanlarında bulunan farklı inanç ve ırklara tabi yönetilenler sınıfıydı. “Askeri”, “raiyet” şeklinde yapılan ayrımda temel ölçü, vergiye muhatabiyetti. Yönetenler yani askeri sınıf üretimde bulunmayıp vergi vermezken, reaya veya raiyet devlete vergi vermekle yükümlü geniş bir kitleyi oluşturmaktaydı (38).
Reaya olarak adlandırılan sınıfta kent, kaza ve köylerde yaşayanlar ile göçebe aşiret mensupları bulunmakta olup bu grupta bulunanlardan devlet tarafından askerlik görevi ile görevlendirilenler reaya sınıfından çıkmakta ve bu hizmetleri süresince vergiden muaf tutulmaktaydı (39) .
ÖNEMLİ NOT: Bu sayfalarda yayınlanan okur yorumları okuyucuların kendilerine ait görüşlerdir.