Genç Türkiye Cumhuriyeti’nde tohum ıslah işlemleri eleme ve temizleme yöntemi ile başlamış,ancak kalburdan geçirme işleminin amaca tam olarak hizmet etmemesinden dolayı daha ileri safhalar olan ıslah safhasına geçilmesi planlanmıştır.
1925 yılında alınan kararla “Bu sistemin temel direğini tohum kontrol istasyonları adı altında faaliyet gösterecek olan merkezler oluşturacaktı. Hem yabancı ülkelerden gelen hem de ülke içinde bulunan tohumluklar arasında düşük kalitede olanlara rastlamak mümkün olduğundan, diğer ülkelerde olduğu gibi Türkiye’de de tohum kontrol istasyonları açılmalı, tarımla uğraşanlar ekecekleri tohumlukların birer örneğini bu istasyonlara göndererek, alınacak kalite ölçüm sonuçlarına göre ekim yapmalıydılar. Bu merkezlerin meydana getirilmesi büyük miktarlarda paralara ihtiyaç duyulmadan gerçekleştirilebilirdi. Dolayısıyla bu istasyonların, öncelikle yabancı ülkelerle ticaretin yoğun olduğu ve yabancı ülkelerden tohumların giriş güzergâhı olan İstanbul ve İzmir limanlarında açılması yeterliydi. Bu istasyonlar meydana getirilene kadar ise İstanbul’da Halkalı Ziraat Mekteb-i Âlisi’nde ve İzmir’de Bornova Ziraat Mektebi’nde tohum kontrol merkezleri kurulabilirdi.”
““Eskişehir’de Bir Islah-ı Büzur İstasyonu (Laboratuvarı) Tesisine Ait Proje” başlığı ile Ziraat Vekâleti’ne sunduğu raporun ise ıslah istasyonlarının kuruluşu ile ilgili önerileri açısından hükümet tarafından daha fazla dikkate alındığını ve tohum ıslahı yönünde yapılacak araştırmalar için bir yol haritası olarak görüldüğünü söylemek mümkündür. “
Çalışmalar daha geniş düzeyde düşünülmüş,devrin ıslahçılarından Mirza Gökgöl, ıslah istayonlarının kuruluşu öncesindeki raporlara benzer şekilde tohum ıslah istasyonlarını birinci ve ikinci derece olarak ayırmayı ve bunlara bağlı tecrübe ve teksir tarlaları ile birlikte üç aşamalı bir yapı oluşturmayı teklif ediyordu. Bu yapı içinde birinci derece istasyonların (Enstitüler) sayısı 7-8 civarında olacak, bunlar pamuk, incir ve üzüm, hububat (iki istasyon), mısır ve patates, meyve ve konserve, tütün vb. üzerinde çalışmalarda bulunacaktı. Bu birinci derece istasyonlar araç-gereç, tarla ve binalar gibi altyapı olanakları açısından zengin olacak ve iyi yetişmiş bir fen memurları kadrosunu bünyesinde barındıracaktı. İkinci derece istasyonlar ise birincilere yardımcı olmak üzere iklim açısından merkez istasyondan farklı olan bölgelerde kurulacaklardı. Bunlar genel olarak bulundukları bölgelerde, ıslah edilmiş tohumların adaptasyon çalışmalarını yürüten bir ya da iki personele sahip birimler olacaklardı. Tecrübe tarlaları ise her ilde en az bir adet olacak şekilde kurulması gereken ve ilk kez yetiştirilmesi planlanan bitki türlerinin o bölgeye elverişli olup olmadığını ve ekim yöntemlerini denemeler yoluyla belirleyecek birimlerdi. Nitekim yukarıda da değinildiği gibi deneme tarlalarının ülkenin birçok yerinde kuruluşuna başlanmıştı. Ancak bu organizasyonun tam anlamıyla kurulması ve ülkenin her tarafına yayılması bu dönemde mümkün olmadı.”
Islah faaliyetleri sonucunda elde edilip üretimine geçilen tohumlukların halktan büyük talep gördüğüne yönelik görüşler 1920’lerin son yıllarından itibaren devlet ve hükümet yetkililerinin söylevlerinde de kendini göstermeye başlamıştı. İlk önceleri özellikle pamuk tohumlarına yönelen bu ilgi daha sonraları hububat tohumlarına karşı da görülmeye başlanmıştı. İsmet İnönü, 1929 yılında meclisteki güven oylaması sırasında yaptığı konuşmada “tohum ıslahını her vasıta ile kolaylaştırmak istediklerini”, Adana’da ve hububat tohumlarının düşük kalitede olduğu başka bölgelerde, iyi vasıflı tohumluklara oldukça fazla talep bulunduğunu belirtiyordu. İnönü’ye göre bütün bunlar, “tohum ıslahında müesseselerimizi artırmaya ve kuvvetlendirmeye verilen ehemmiyetin yerinde ve müstacel ihtiyaca karşı olduğunu” gösteren birer kanıttı.”(TBMM zabıt ceridesi 1929)
1935’te tohum ıslahı çalışmalarının nasıl gerçekleştirildiği ve bunun sonucunda elde edilecek başarının boyutları konusunda fikirler de oluşmaya başlamıştı; iyi tohum ekerek üretimin %15-20 civarında yükseltilmesi ve dolayısıyla ülkenin tarımdan elde ettiği kazancın daha da artması mümkün olabilirdi. Türkiye’nin neredeyse bütünüyle bir tarım ülkesi olması nedeniyle bu kazanç oldukça büyük olacaktı.
ÖNEMLİ NOT: Bu sayfalarda yayınlanan okur yorumları okuyucuların kendilerine ait görüşlerdir.