Texier, İzmir’de incirin işlenmesi ile ilgili olarak gördüklerini şöyle anlatır:
“Ağustos aynın sonlarında her biri yüzlerce deveden oluşan kervanlar, buranın incirini İzmir’e taşırlar. Bunlar orada büyük yığınlarla hanlara, çarşılara ve hatta sokaklara konulur. O zaman her cins ve renkten incirleri kadınlar düzene koymak ve ihracat için kutulara yerleştirmek üzere avuç içinde sulanıp parmakla çekilerek uzatılarak, yassılaştırılarak kutulara dizilir”(143).
1925 yılında İzmir’e bir gezi yapan Richard Madden de aynı Texier gibi incir paketleme işlemini karşısında şaşırmıştır ve gayri modern bir incir paketleme işletmesinde gördükleri ilgi çekicidir:
“…Hayatımda incir paketlemek kadar bir iş görmedim; çok büyük bir ambarda incirler yere seriliyor ve ağlayıp sızlayan çocuklarıyla elli-altmış kadar bakımsız kadın incirleri topluyor ve yayıyor. İncir yapışkanlığının üstesinden de tükrükleri ve el becerileriyle pekâlâ gelebiliyorlar(144).
İnciri tamamen kurumadan İzmir’e getiren tüccar bunu hemen satıyordu. Nitekim incirin yaş olması demek sütünün çok olması demekti ve inciri işleyen veya kutulayan amelelerin zoruna giden incirden çıkan bu sütten elleri yanarak yara olmasıydı. Bu yaralanmadan dolayı işçi çekilir ve isçi bulunamaz bu yüzden incirin Avrupa’ya ihracı gecikirdi. Hâlbuki 19. yüzyılın sonlarında İzmir piyasası Aydın cihetlerinden yeni kuru incir malının ilk partisinden120 çuval kadarının gelmesini büyük bir heyecanla bekliyor ve o senenin incir hâsılatının tahminen ne kadar artacağı hesaplarını yapıyorken, işçilerin bu nedenle inciri işlemek istemeyişleri de kaygıyla düşündürüyordu. Hâlbuki şehirde incir işleyenlerin sayısı 3500’ü bulmakta, hatta incir işçiliğinden 5 kişilik bir aileye 17 bin 500 para düşüyordu.
Kuru inciri kutulayan işçilerin gündeliği 15 kuruştan, 50 kuruşa hatta 60 kuruşa kadar çıkıyordu.(145). .
İncir işçiliği özen gösterilmesi gereken bir çalışmayı gerektirmekte idi. İncirin korunmasının yanı sıra göz zevkinin de dikkate alınması gerekiyordu.
İncirler önce sınıflandırılır, renklerine göre ayrılırdı. Birinci elemede standart dışı olanlar ayrılırdı.
İkinci eleme işleminin sonunda, aynı işçiler tarafından özelliklerine göre incirler kutularına yerleştirilir. Bunlar, makaroni, yemekçi lokum ve layers adı verilen dört şekilde işlenirler.
Makaroni sadece incirlerin sıra halinde yerleştirilmesidir. Pakette üst kat desenler oluşturur. Lokum incirlerin küp şeklinde yoğrulmuş halidir. Ve son olarak, daha çok aranan tür olan layers sıralı kutulara birbirleri tam olarak dikey ve paralel olarak yerleştirilmesi amaçlanarak, incirlerin ortasına kuvvetli basınç vermesi ve bir tarafının bastırılması ile oluşur(146).
O yıllarda incir ticareti içinde paketleme biçim ve tekniği hem önemli bir yer tutmakta hem de tartışmalara neden olmaktaydı.1853’ta İzmir’e bir gezi düzenleyen Mr.Abbout incir paketleme konusunda Türk-Yunan rekabetini şu şekilde anlatmaktadır:
“Birisi Yunanlıların, Türklerin sanayinin her dalında saf dışı ettiklerini belirten bir şey gösterdi. Küçük bir kutu. Ancak bu rekabetten başka bir şey değildi bence. Bu yörenin en önemli ticareti incirdir. İncir kutulara konulup sevk edilir. Önceleri Türkler incirleri yuvarlak kutulara paketleyip büyük kâr sağlamışlardır. Daha sonra birisi, inciri kare kutular içinde paketlemenin yer açısından tasarruf sağladığını fark etmiş. Yunanlılar bunun üzerine hemen kare kutu imalatına başlamışlar. Türkler ise hala incirleri yuvarlak kutulara paketlemeye devam ediyorlar. Birisi onlara niçin böyle yaptıklarını sorduğunda, o ana kadar hep yuvarlak kutularda paketlediklerini ve bundan sonra da böyle devam etmeleri gerektiğini söylemiştir. Bu durumda Yunanlılar bütün işleri kapmışlar. İşte bu iki ırk arasındaki ilişkilerin özetidir(147).
1915 yılında İzmir’de kuru incir ve üzüm kutusu imal eden şirketler,
Despiri Biraderler, İlya Gavanahira, Yani Kapudanaki,Vasiliyo Kandomimiko Koloğlu,Dimitri Kipruyaki,Dimitri Alikivuyadi,Vastaridos,Yorgiyadi İrakliyu idi.Adlarından görüleceği gibi kutu imalatçılarının tamamı Rum idi.Cumhuriyetin ilanından sonra kutu imalatı,Rum imalatçılar,9 Eylül 1922 ve 1924’ta mübadeleyle İzmir’i terk ettikleri için Türklere geçmiştir.
ÖNEMLİ NOT: Bu sayfalarda yayınlanan okur yorumları okuyucuların kendilerine ait görüşlerdir.