Hiç düşündünüz mü, gerçekte fanatik olmadığınız halde, desteklediğiniz veya eğilimi olduğunuz bir grubu, siyasi bir partiyi veya tuttuğunuz takımı düşüncesizce savunduğunuzu? Oysa kapalı kapılar ardında aynı konuyu, aynı oyunu sizde eleştiriyordunuz. Bu durumun psikolojik ve biyolojik bir açıklaması vardır. İnsanlar dünya üzerinde dolaşmaya başladıkları andan itibaren bir grubun üyesi olma yönünde evirilmişlerdir. Bu, kendini güvende hissetmek adına oldukça önemli bir davranıştır. Topluluktan ayrılmak, beraberinde bir sürü tehlike ve çoğunlukla da ölümü getireceğinden, ebeveynleriniz tarafından böyle eğitilmişsinizdir. Genlerimize yerleşmiş olan bu durum hala devam etmektedir. “Eski köye yeni adet getirme”, “İcat çıkarma”, “Hele başkaları bir yapsın, sonra bakarız” vb.atasözlerimiz, yeniliğe karşı bakış açımızı göstermek açısından önemlidir.Benzer şekilde içinde bulunduğunuz grubun kararlarına, sizin için yanlış olsa bile, karşı çıkmanız grup üyeleri ve yöneticileri tarafından da hiç hoş karşılanmayacaktır. Bu durumda güvende kalma ve konfor alanınızı kaybetmeme adına susmanız, sizin için en hayırlısı olacaktır. Konfor alanında kaldığınız sürece, en azından siz, belki de çok huzurlu bir hayat süreceksinizdir. Oysaki Pulitzer Ödülü’nü dört kez kazanan şair Robert Lee Frost’un (1874-1963) başarısının ardında yatan sırrın ne olduğunu öğrenmek için şu sözlerine dikkat etmenizi öneririm;“Ormanda yol ikiye ayrılıyordu ve ben daha az kullanılmış olanı seçtim içlerinden; işte buydu bütün farkı yaratan”. Gelişebilmek için yapılması gereken, konfor alanından çıkıp eylem alanına geçmenizdir. Bu, geleceğimiz adına son derece önemlidir ve Nazım Hikmet’in “Ben yanmazsam, sen yanmazsan nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa” sözünde vücut bulmuştur.Eylem alanına geçenler, yukarıda örnekleri verildiği üzere toplum tarafından pekte hoş karşılanmayan, hatta istenmeyen kişilerdir. Unutulmaması gereken en önemli gerçek, canları pahasına yeni yerler keşfeden, bilgi üreten bu insanların, insanlığın bugüne gelmesinde oldukça önemli yer tutmalarıdır. Marjinal olarak tabir edilen ve görece uçlarda yaşayan bu insanların, neden böyle davrandıkları sorusunun cevabı nedir? Neden bir insan konfor alanını terk eder veya terk etmelidir?Muhtemelen maceradan veya ünlü olmaktan değildir. Temel amaç, insanlığın ortak huzurunun sağlanmasıdır. Örneğin bir dönem sağ ve sol çatışmasında her iki uçta bulunan insanların ortak yanı, her iki tarafın da daha yaşanabilir bir vatan arzuları değil miydi? Gelişmiş toplumlardakarşısındaki insanın fikirlerini dinleme, anlama ve o fikirlere karşı da olsa saygı duyma durumu, eylem alanından farkındalık alanına geçişe örnek olarak verilebilir. Bu duruma geçen insanlar, insanı insan yapan en önemli özelliklerden biri olanempati kavramını içselleştirmiş kişilerdir. Karşısındaki insanları en azından dinleme olgunluğunu gösteren bu kişilerin sayısının artması, doğrudan toplumu etkileyeceğinden son derece önemlidir. Oysa dayatılmış düşüncelerden farklı, söylem ve durumlar ile karşılaşan vekonfor alanından çıkmak istemeyenkişiler açısından bu olgunluğu göstermek oldukça zordur. Algılarla yönetildiğimiz günümüzde bu psikolojiyi çok iyi bilen ve durumu kullanan yöneticiler, konfor alanında tuttukları kişiler tarafından güçlü bir şekilde desteklenirler. Yapılması gereken, analitik düşünceye sahip, sorgulama yeteneğini kaybetmemiş bireylerin yetiştirilmesidir.
İşin diğer boyutu ise enerjinin korunması adına beyninizin de yaşadığınız ortamdaki karar vericilere (anne, baba, akraba, yöneticiler vs.) benzer davranışa sizi yönlendirmesidir. Bütün canlılarda enerjinin korunumu, hayatta kalmak için temel felsefedir. Bu nedenle beyin devamlı suretle sizleri bu enerjinin korunması yönünde telkin eder ve yönlendirir. Dikkat edin, insanoğlu tembelliğe çok çabuk alışır. Spor yapanlar çok iyi bilirler ki, ara verdikten sonra tekrar başlamak oldukça zordur. Herhangi bir konu üzerine araştırma yapmak, sorgulamak, anti tezler üretmek çok fazla enerji gerektiren durumlardır. Beynin bulduğu çözüm, yapılması gerekenler için, kendini konuyu bildiğine inandığı veyabu duruma kendisini inandıran kişi veya kuruluşlara teslim etmektir. Artık o ne diyecekse doğrudur, sorgulamaya gerek yoktur. Bundan sonra, kendisini meşgul eden bir sorunu başkasına yüklediğinden beyin rahatlamıştır ve gündelik işlerine dönebilir. Oysa insan olarak diğer canlılardan üst beyne sahip olmamızla ayrılırız. Bu sayede merak ve empati duygumuz gelişmiştir. Özellikle modern toplumlarda üretmiş olduğunuz bilgi, sizin toplum içerisindeki statünüzü arttırır. Yapılması gereken beyninizi “evet düşünerek, okuyarak, eylemde bulunarak enerji harcıyorum fakat bu enerji benim toplumdaki yerimi belirliyor ve içinde bulunduğum toplumun farkındalık düzeyini arttırıyor” şeklinde kandırmaktır. O zaman enerjinin boşa harcanmadığını düşünen beyin, sizi yeni araştırmalar yapmak adına,tembelliğe sürüklemek yerine, teşvik edecektir. Bu düzeye ulaşmak, eylem alanında kazanmış olduğunuz tecrübelerle, farkındalık alanına geçiş yapmanızla mümkün olur. İnsanın kendini tanıması ve potansiyelini ortaya çıkarmasının dakişisel farkındalık düzeyi ile doğru orantılı olduğu unutulmamalıdır. Bilimsel yaklaşımdan uzak, tamamen cahillikten ve liyakatsizlikten kaynaklı sorunları gelecekte tartışmaya devam etmek istemiyorsak, yaşadığımız toplumun farkındalık düzeyini arttırmak önceliğimiz olmalıdır. Buda sorgulayıcı bir gençlik ile mümkündür.
Sonuç olarak, gelişmiş ülkelerin seviyelerine yükselmek istiyorsak, bizden farklı düşünen insanların zenginliğimizin bir parçası olduğunu kabul etmeli, onları dinlemeli ve anlamaya çalışmalıyız. Hepsinden önemlisi aklımızı kiraya vererek toplumsal problemleri çözemeyeceğimizi anlamalıyız.
ÖNEMLİ NOT: Bu sayfalarda yayınlanan okur yorumları okuyucuların kendilerine ait görüşlerdir.