Jeotermal akışkanları yer altından yeryüzüne çıkararak enerji üretme çalışmalarının bir diğer yönü de rezervlerle ilgilidir.
Daha önce bahsettiğimiz gibi jeotermal imtiyaz sahibi şirketler rezervuardan yararlanma konusunda didişmektedirler. Yer üstünde çizilen imtiyaz sahaları yer altındaki rezervuarlarla çakışmamakta ,değişik sondaj yöntemleri ile birbirlerinin haklarına tecavüz ettikleri konusunda iddialar gün geçtikçe artmaktadır.
Rezervlerden bir an önce yararlanma ve paraya çevirme hırsı öncelikle halka zarar vermektedir. Çünkü çevre kaygısı geri plana itilerek bir an önce üretime geçme arzusu ve hırsı dün ve önceki günlerde Alaşehir’de meydana geldiğini belirttiğimiz çevre felaketlerine yol açmaktadır.
TMMOB, 23 - 25 Aralık 2009, Ankara Jeotermal Kongresi’nde yayınladığı rapora göre, ”Bu şekli ile uygulanması sürdürülürse JKMS Kanunu ve Uygulama Yönetmeliği’nin eksiklik ve zaaflarından ötürü, önceki bölümlerde üzerinde durulan birçok sorunun yaşanacağı, çok sayıda anlaşmazlığın çıkacağı açıktır. Ama asıl sorun sahalardaki jeotermal sistemlerin göreceği zararlar olacaktır.”
“Jeotermal kaynaklar yıllardır, “yeni, yenilenebilir ve temiz” olarak niteleme geldi. Ne var ki gerçek hiç de böyle değildir.
Bir kere, bu kaynaklar yeterince temiz değil. Yeraltından çekilen akışkan hiçbir yerde çevreye deşarj edilebilecek nitelikte değil. Hemen her yerde geri basılması, reenjeksiyonu gerekli. Bugüne kadar bu yapılamamış, yapılmamıştır. Bundan sonra da kaçamaklar, kötüye kullanmalar sık yaşanacaktır. Yatırımcıların bu konuda uyarılmaları ve bilinçlendirilmeleri yeterli değildir. Sıkı bir biçimde denetlenmeleri de gereklidir. Bu ise uzman kadrolar ve bunları istihdam eden uzman kamu kurumlarının varlığını gerektirmektedir. Aynı şekilde gaz salımları da oldukça yüksektir. Batı Anadolu sahalarında CO2 ve Doğu Anadolu sahalarında da CO2 ve H2S salımı, önlem alınmasını gerektirir mertebede olacaktır. Her bir santral bir firmayla anlaşacak ve çıkacak bütün CO2’i sıvı karbondioksit üretimi için onlara satacaktır.”
“Üstelik bir de karbon kredisinden yararlanacaktır. Ancak, şimdiden Türkiye pazarını doyuracak kadar CO2 üretim kapasitesi oluşmuştur. Bundan sonra kurulacak santralarla birlikte, eskileri de çıkan gazların büyük bölümünü kayda değer bir önlem almadan atmosfere salacaklardır. Göze görünen bir şey de değil. Bunun izlenmesi de uzman ve donanımlı bir kamu kurumunu gerektirmektedir.
Bu kaynakların yeni bir kaynak olduğunu kabul edelim. Yenilenebilirlikleri bizim üretim müdahalemizin onun doğal dengesini bozup bozmayacağına bağlıdır. Bu metnin pek çok yerinde ısrarla değinildiği gibi bu yasal düzenleme jeotermal sistemlerin bütünlüğünü göz ardı eden bir yaklaşımla yapılmış. Aynı sistemin üzerinde birden, bazı yerlerde beşten, altıdan çok ruhsat vardır. Bunların her biri yarın işletme ruhsatına dönüştürülebilecektir. Tek bir ruhsata konu olduğunda bile sahanın kapasitesi belirlenmeden önce santral kapasitesi ve çekilecek akışkanın miktarı kararlaştırılabilmektedir. Yasanın girişindeki tanımlarda “Emniyetli Verim”den söz edilmiş olması, bu durumu hiç değiştirmemektedir. Ülkemizde bugüne değin işletime alınmış bütün sahalarda, gerek kent ısıtma için kullanıma alınan sahalarda ve gerekse elektrik üretimine konu olan bazı sahalarda rezervuauar basınçları ve bazılarında da sıcaklıklar düşmektedir. Çünkü, kaynak çekimi sistemin yenilenebilirliğini bozmakta ve sahanın işletmesi de sürdürülebilir olmaktan çıkmaktadır...
Kısaca söylemek gerekirse, jeotermal kaynaklar da tükenebilir. Getirilen bu yasal düzenleme ile bu kaçınılamaz bir kader gibi görünmektedir... Ve buna karşı tez elden bir önlem alınması gereklidir.
ÖNEMLİ NOT: Bu sayfalarda yayınlanan okur yorumları okuyucuların kendilerine ait görüşlerdir.