Takip Et
  • 31 Temmuz 2015, Cuma

Hoşgörü

Irkçılıkla, insan ayrımcılığıyla iyilik hali bir arada bulunamıyor. Kendi ve kendi gibilerinin ‘en iyi’, ‘ayrıcalıklı’, 'başkalarına hoşgörü gösterecek pozisyonda’ olduğunu düşünmek sadece belli bir kesime mahsus değil.

Kendi gibi görünmeyene, kendi kökeninden olmayana burun kıvıranlar kafamızı nereye çevirsek karşımıza çıkıyor.

Bir kesim kendi gibi olmayana ‘Allah affetsin’ gözüyle bakıyor. Annesinin karnından çıktığı andan itibaren öğrendiği bu çünkü.

Karşısındaki eğer onun gibi değilse, onun gibi görünmüyorsa, onun inandığına inanmıyorsa, onun gibi yaşamıyorsa kötü olduğunu bellemiş. Değişmiyor değişemiyor. Kendi siyasi çıkarları için toplumsal kutuplaştırma stratejisine yapışanlar sayesinde değişeceği varsa bile değişemiyor. Bir diğer kesim kibirden ve ayrımcılıktan ölecek. Üstelik bunu iyilik hali olarak sunuyor.

Meclisin bugünkü renkli halini tarif ederken bile vekilleri ‘‘Şu Roman’dır , şu Kürt'tür, Ezidi’dir, şu afedersiniz Ermeni’dir’’ diye işaret ederek parmak sallıyor. Herkesin bir arada bulunabilme ihtimalini ayrımcılık sosuna buluyor. Konunun kilitlendiği yer şurası:

"O ayrımcılık öyle bir işlemiş ki derisinin içine, ayrımcı olduğunun farkında bile değil." Ayrımcılığın inandığı yüce değerlerden geldiğini sanıyor. İyilik haliyle özdeşleştiriyor. Kendini ‘aydın, modern’ gibi kelimelerle tarif eden ayrımcıların, kendi gibi olmayanlara "Allah affetsin" gözüyle bakan muhafazakarlardan bir farkı yok aslında, esasında.

Her ikisi de aynı ayrımcılığı yapıyor, haritaları aynı ama inandığı değerler farklı.

İşte bu yüzden bazı konularda değişme çok zor. Zor ve yavaş oluyor.

Gezi gibi toplumsal olaylarda herkesi tek ses olduğunu görüyor, umutlanıyoruz.

Sonra manzaralar değişiyor, oyuncular değişiyor, yenileri geliyor, yeni konular konuşuluyor, akıl ve mantık kaidelerinin gösterdiği yerde bir araya gelmiş insanların bir kısmını o eski lanet ayrımcılıklarını hızla geri döndüğünü görüyoruz.

Ayrımcılık, ırkçılık, küçümseme, aşağı görme dürtüsü habis bir tümör gibi.

Büyük adaletsizlikler karşısında toplumun farklı kesimleri bir araya geldiği zaman iyileşir gibi yapıyor.

Herkesin bir arada haksızlığa karşı durduğu dönemin üzerinden biraz zaman geçiyor, bir bakıyorsun hemen parmaklar sallanmaya başlıyor üst perdeden.

Birisi kibrine ve içinden bir türlü atamadığı ayrımcılığına geri dönüyor, öbürü de toplumu kutuplaştırma stratejisine dört elle sarılmaya devam ediyor.

Neler oluyor? Birbirine tepeden bakmakla, "Siz mi güçlüsünüz, biz mi?" oyunuyla bir ömür geçiyor, koskocaman bir ömür…

Bir çatı altında yaşayan farklı insanlar olduğumuz gerçeğini kabul edemiyoruz bir türlü.

Üstünlük yarışından vazgeçmediğimiz için gerçek sorunlarla, gerçek konularla uğraşacak vakti kalmıyor.

Eğitim, bilim, sanat ülkeyi besleyen damarlar olacakken, o damarların yerini çeşitli nedenlerden kaynaklanan ayrımcılık ve peşi sıra gelen "belirli insanların değerleri" alıyor.

"Benim gibi olmayan ölsün. Benim inancımı reddediyor o da ölsün. Benim ırkım, benim etnik kökenim en iyisidir, diğerleri batsın."

Bana benzemeyen insanlar da yaşayabilir bu ülkede ancak "hoşgörü" ile yaklaşabilirim onlara, fazlasını beklemeyin'cilerin bir anda fikrini değiştirebilsek, her halde bu memleket pek güzel bir yer olurdu.

Eşitlikten bahsedebilirdik bir ihtimal. Sırf insanların değil üstelik, tüm canlıların eşitliğinden…

Şu hoşgörü ne fena bir kelime her zerresinden ayrımcılık, ukalalık akıyor.

Üstten bakmaktan vazgeçmiyor, had bildirmeden hiç duramıyor…

Oysa ulu önder yüce Atatürk ne güzel söylemiş:

"NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE"

Hepinize iyi hafta sonları sevgili Denge okurları

ÖNEMLİ NOT: Bu sayfalarda yayınlanan okur yorumları okuyucuların kendilerine ait görüşlerdir.