Takip Et
  • 1 Ağustos 2014, Cuma

Sıla hasreti

Su serperler ya gidenlerin ardından

Dün askere, Hint’e Yemen’e

 

Bugün ekmeğe

Yaban ellerine

Dönmezler de ondan

Yoksa niye serpsinler

Sirkeci’den tren gider

Ona binen verem gider

 

Bir kampana çalar

Analar ağlar

“Oğuuul, oğul”

Çocuklar öksüz

Gelinler dul

 

Sirkeci’den tren gider

Evim barkım viran gider

Biz hep atla geçtik Tuna’dan

Böyle geçmedik

Avrat uşak

Biz hiç böyle göçmedik

Sebep olanlar utansın

 

Sirkeci’den tren gider

Varım yoğum törem gider

Tuna bizden utanır

Bin Tuna’dan

Yüzüne kapatır ellerini

Aldırma be Tuna’m

Yiğit çıplak doğar anadan

Burada ezan var

Orada çan

Her sabah çınlar tepemizde

“Uyaaan,uyan”

Sirkeciden tren gider

Bir yıldızlı Kur’an gider

 

Değerli Şair Ali Akbaş’ın yukarıdaki şiiri 1964 yılında Almanya’ya ilk işçi göçünün ardından yazıldı, aradan yarım asır geçmiş gurbet hala sürüyor.

Toprak çeker derler insanı, toprak, memlekettir, memleket ise yaşadıklarınız ve de artık yaşayamayacaklarınız. Eline tutunduğunuz bir koca adamla gittiğiniz bayram namazıdır ve gidemeyişinizdir artık…

Şimdi de size tutunan çocuk… Ne kadar sürer bu tekrar? Nerede kopar film ve çocuk eline tutunduğu adamın toprağını unutur. Yoksa toprağın kendisi midir memleket? Her sürgünün döneceği memleket, ocak, ev…

Memleket toprağı bazen sevinç, bazen de mahzun bir esinti olur. Eser kavurur sizi eğer bir dostu bağrına yatırmışsa. Kaçamazsınız yeryüzünde, her yer toprak.

Bayram yerle gök arasında kalanlar, toprağın üstündekiler için hep yarım bir coşku, eksik bir sevinçtir. Elinden tutunduğunuz adamı ararsınız, bulamazsınız.

Bakarsınız tepesinde çam ağaçları, ayaklarında yeryüzü, yanında yönünde dostları… Onlar hep oradadırlar, orada kalacaklar. Siz nerdesiniz? Onu yalnız bıraktım diye üzüldüğünüz olmasına da kim daha yalnızdır acaba?

Dağların konuşkan ağaçları susmazlar hiç, sessiz bir dünyanın sesidirler. Onları dile getiren Gavur Dağları’ndan esen, hep esen, durmayan yel. Tepeden ovaya her ağaca, her çiçeğe, her insana dokunarak iner. Sarar her şeyi, herkesi. Şimdilerde tepesine dikilen rüzgar güllerini değil, adeta hayatın kendisini çevirir. Çevirir de toprağa katar sonunda. Sonra savurur toprağı dağıtır bizi dört bir yana.

Sırtını Gavur Dağları’na yaslayan adam tepeden izler telaşı, sevinci, gideni, geleni.. Aşağıda bir tren kalkar, ovada bir ateş yanar, yanından bir insan geçer, siz yoksunuz! Nerdesiniz?

Ovada yanan anızın kokusu gelir. Gelir, çocukluğunuz da gördüğünüz koca ovayı yutan canavarları uyandırır. İrili ufaklıdırlar. Bazen birleşir, bazen bölünürler, oynaşırlar sabaha kadar. Gün ışığıyla uyandığınızda ovanın canavarlarını boşa ararsınız, onlar uyumaya başlamıştır artık. Yaz geceleri ovanın ateş oyunu devam eder. Siz olmasanız da seyreden birileri vardır toprağın ateşini…

Uzaktan bir tren sesi, tiz bir düdük yankılanır yamaçlarda. Gidenler ve kalanlar ve gidecekler. Havada sallanan bir el, pencereden sarkan özlem, dönüşü beklenenler. En çok demir yolu çocukları tanır hasretin insan yüzlerini. En çok onlar bekler önlerinden geçip giden çocukluklarını. Gelmeyeceğini bilemeyecek kadar saftırlar. İstasyon, istasyon uzaklaşıp gittiğiniz, bırakıp gittiğiniz sonradan yana yakıla aradıklarınız olmasın!

Yeter ki başlama o yolculuğa. Başladıysan dönemezsin, dönsen de bulamazsın. Eski bir istasyon binasının penceresinden gidişlerini seyrettiğin yolcular değil, sensin!

Sırtını Gavur Dağları’na yaslayan adam tepeden izler bekleyişleri, dönmeyişleri…

Gözler toprağa döner beklenenler dönmedikçe. Okşayın avuçlayın toprağı, ipek gibidir. Sürün ellerinizi, yüzlerinizi akrabalıklarını göreceksiniz. Koklayın onu. Nasıl da kokar toprak! Ter kokar, ten kokar, kan, gül kokar, ot kokar, Veysel kokar, yar kokar.

O toprağın üzerinde, toprağın kokusunu içinize çekerken üzerinizden rüzgarlar akar. Çamlar eğilir hafiften, uzaktan trenler kalkar, ovada ateşler yanar. Siz yanarsınız kime, neye yandığınızı bilmeden.

Belki ona yanarsınız, onun hasretine, gidişine, dönmeyişine. Belki de asıl yandığınız sizin yalnızlığınız, ellerinizden tutan bir koca el, saçlarınızı okşayan şefkatten yoksunluğunuz.

Bayramlar dönüşlerdir belki, biraz eksik, buruk, biraz kırık, dökük dönüşler. Sevinç kadar hüzün de varsa bayramlaşmalarda aradıklarımızı bulamadığımız içindir. Aradıklarımız yitirdiklerimizden fazlası. Dönüp de bulamadığımız biraz da biziz kendimiziz.

Ne kendimi bulabildim bu bayram, ne seni. Ellerinden öpemedim, toprağını öptüm, memleketi ve seni çok özledim.

Hepinize güzel hafta sonları sevgili Denge okurları. 

ÖNEMLİ NOT: Bu sayfalarda yayınlanan okur yorumları okuyucuların kendilerine ait görüşlerdir.