Geçen hafta aynı başlıkta yazdığım yazıyı okuyan arkadaşlar Adana, Osmaniye, Ordu, Giresun, Bandırma ve İstanbul’dan aradılar. Hiçbiri yazının içeriğine değinmedi. Hepsinin derdi Quo Vadis’in manası neydi ve hangi dildeydi. Evet, çokça kullandığım bu kelimenin tarihçesini anlatmak bana artık görev oldu.
Quo Vadis, dünyanın bütün dillerinde kullanılan Latince bir deyiştir. “Nereye gidiyorsunuz” anlamına gelir. Efsaneye göre, Hristiyanlığın yaymakla görevli havarilerinden Peter, İmparator Neron’un zulmünden ve muhtemelen bir çarmığa gerilmekten kurtulmak için Roma’dan kaçar. Yolda giderken, sırtında haçını taşıyan Hazreti İsa’ya rastlar. Peter sorar: “Quo Vadis?” İsa yanıtlar “Romam vado iterum crucifigi” Türkçesi: “Roma’ya tekrar çarmıha gerilmeye…” Peter bunun üzerine, Roma’da bırakıp kaçtığı görevini hatırlar. Cesaretini toplar ve geri döner. Sonra da Aziz ilan edilir, St. Peter olur.
Bu efsane çeşitli romanlara, bir yığın sinema ve TV filmine konu olmuştur. En ünlü romanı “Quo Vadis” adıyla Polonyalı Henryk Sienkiewicz yazdı ve 1905 yılında bu romanla Nobel aldı. Bu romanı 1951’de aynı adla filme çekildi. Başrollerde Robert Taylor, Debarah Kerr ve Peter Ustinov oynadılar. Film 8 dalda Oscar’a aday oldu. Ben filmi 1960 yılında Şehitler Abidesi'nin karşısında bulunan Hakkı Bey'in Park Sineması'nda izlemiştim. Film o kadar popüler oldu ki Quo Vadis deyişini Türkçe’ye sokmakla kalmadı, o yıllarda hemen her gazete de başlıklarda sık sık kullanılır oldu.
Ben kaç kez yazılarımda “Quo Vadis Beşiktaş” başlığını attım.
TV haberlerini gazetelerin üçüncü sayfa haberlerini izleyince “Quo Vadis Türkiye” diyesi geliyor insanın… Bu soru sorulursa pek hayra alamet değildir. İşler pek de yolunda değildir.
Bir yandan İşid, bir yandan PKK, Türkiye’yi yangın yerine çeviriyorlar. Patlayan bombalar, kesilen yollar, yakılan araçlar, şehit edilen gencecik evlatlarımız askerler, polisler…
Geçen gece 5 bin polis eşzamanlı PKK, Işid, DHKP-C’ye baskınlar düzenlemiş.
Sabaha karşı Diyarbakır’dan havalanan F-16’lar güdümlü füzelerle Suriye’deki Işid, mevzilerini vurmuşlar. Vurmuşlar da iç güvenlik ne derece sağlam? İstihbarat? Suriye sınırından 200 bin göçmen beklerken, 3 milyon kişiyi içeri aldık. Bunların arasına sızmış canlı bombalar, tetikçiler, suikastçılar aramızda dolaşıyor olamaz mı? PKK zaten yıllarca içerde. DHKP-C de öyle…
Baskına uğrayanlar da boş duracak değil ya... Onlar da gösteri yapmak ihtiyacı duymayacaklar mı? Bir de paralel yapı var… Seçimlerde gördük cürümleri kadar yeri bile yakamadılar. Ama adamları biz efsane yaptık. Her beceriksizliğimizde suç paralel yapının!..
Her yere sızmış güya paralel yapı… İnsanın 'Bunlar bu kadar güçlülerse bırakalım devleti idare etsinler' diyesi geliyor.
Öz eleştiri yapmak, beceremeyeni görevden almak bu kadar zor mu? Sadece terör olsa iyi trafik tam canavar… Yollar kan gölü, sahiller ölüm daveti. Kimse de devlet korkusu yok. Herkes, her yasak yerden suya dalınca, bir kısmı çıkamıyor tabii…
Zirvedeki liderlerin öfkesi salgın hastalıklar gibi bulaşıcı… Halka da bulaşıyor. Tepesi atan silaha sarılıyor. Olmadık nedenlerle bir sürü cinayetler.
Politik arenaya bakarsanız hiç umut yok…
Umut verecek bir görüntü, bir ışık, bir eylem, bir söylem yok… O zaman ben Quo Vadis Türkiye” demem de ne derim… Türkiye’yi geç … “Quo Vadis ben? Ben bu sabah sokağa çıktığımda gideceğim yere” varabilecek miyim? Akşama sağ salim eve dönebilecek miyim? Bu soruya emin olarak “Evet” diyebilecek var mı içimizde? Bilhassa büyük şehirlerde yaşayanlar…
Yanlış zamanda yanlış yerde olmak, ölmek için yeterli… Peki doğru zaman, doğru yer neresi?
Böyle bir zaman, böyle bir yer biliyor musunuz? Evden çıkmak içimden gelmedi “Quo Vadis” diyenlere cevap vermemek için…
Türkiye ve Türk halkı kendisini ve partisini değil, ülkesini ve halkını düşünen bir lider bulabilecek mi acaba?...
Hepinize iyi hafta sonları sevgili Denge okurları.
ÖNEMLİ NOT: Bu sayfalarda yayınlanan okur yorumları okuyucuların kendilerine ait görüşlerdir.