Sözün özü, takvim yılı, ortak yaşantımız için bir düzenleme aracıdır yalnızca. Her birimiz için asıl olansa sadece yaşadığımız andır. En hakiki takvim birimi, alıp verdiğimiz nefestir. Ya da eskilerin tabiriyle ‘dem bu demdir’ ; her bir ‘dem’in kıymetini bilmek gerekir. Esas mesele, aldığımız nefesi nasıl kullandığımız, onu nasıl tükettiğimiz. Pek çoğumuz, davranışlarımızı değiştirmek, hayatımızda yeni bir adım atmak için genellikle bir ‘Milat’ belirlemeye ihtiyaç duyarız. ‘Bu pazartesi rejime başlıyorum… Hele şu Ocak’ı bir geçirelim. Bu yıl kararlıyım bayramdan sonra hallederiz… Peki ama daha iyiye yönelmek için seçtiğimiz başlangıç tarihi, hep bir erteleme çabası olmasın sakın?
Oysa şimdiki zamanda ki her bir an, yeni bir başlangıç fırsatı sunar insana. Her bir nefes, yeni bir hayattır. Üstelik gelecek, hiç beklenmedik koşullara gebedir. Örneğin kaçımızın aklına gelirdi bir avuç virüsün tüm dünyayı allak bullak edeceğini? İyisi mi, ‘kendimizin daha iyi bir versiyonunu yüklemek için’ hiç vakit kaybetmeyelim. Bu günden tezi yok, hemen harekete geçelim! Hem kendimiz hem de çevremiz için ne güzel bir armağandır olumsuz hallerimizi geride bırakmak. Ne demiş gönüller sultanı Yunus; ‘Her dem yeni doğarız/ Bizden kim usanası?’ Öyleyse daha iyiye ve güzele doğru her nefeste yeniden doğduğumuz nice anlara…
Seneler su gibi akıp gidiyor. Ticari kurum ve kuruluşlar, yılbaşı itibari ile hesaplarını kapatıp, kar zarar mizanlarını yapıp bilançolarını çıkardılar. Bu tablolara bakarak yeni yıl hedeflerini belirlediler. Şahıs, şirket, toplum ve devlet olarak hemen herkes maddi hesaplaşmalarla boğuşuyor. Hemen herkesin aklı fikri kurda, dövizde, faizde, borsada, enflasyonda, çarşıda ve pazarda. Vahşetten medeniyete gittiğini, (gerçek tam tersi) iddia eden insanoğlu, geldiği nokta itibari ile kendini ‘ekonomik insan’ diye tanımlıyor. Buna göre ‘ekonomik insan’ kusursuz bir akla, sınırsız bilişsel kapasiteye, sadece kendini ‘çıkarını’ düşünen, her türlü bilgiye kolayca erişebilen ve tüm idolü kendisi ve kendisine dönük hedefleri olan bir varlıktır. Günümüz insanı, kendisini çerçevelediği bu kavrama tıpatıp uydurmak için, varını yoğunu seferber ediyor. Diğer bir değişle, ne istediyse ona kavuşuyor. Dünyayı istedi ve kendisine dünya verildi. Kendi benliğinin (nefs) esiri olan insanın oluşturduğu ‘vur patlasın, çal oynasın’ dünyasında, birileri tepişirken altta kalanların canı çıkıyor. Ekonomik insanın dünyasındaki ölümler, ya fazla yemekten (obezite) ya da yemek bulamamaktan (açlık) kaynaklanıyor. Zira günümüz insanı tipi, sadece kendisine faydalı olmakla ilgilenir ve başka kimseyi umursamaz. Ekonomik insanın temel amacı; tüketici ise faydayı en üst düzeye çıkarmak, üreticisiyse en yüksek karı elde etmektir. Halbuki gerçek insan, insani değerlere sahip insan, başkasının mutluluğu ile mutlu olan, başkasının hüznü ile hüzünlenen, maddesini ve manasını başkaları ile paylaşabilen insandır. Yeni anlayışla birlikte insanlık tersine döndü; dün veren insan mutlu oluyordu; bugün alan insan kendini mutlu zannediyor, aldıkça ‘Daha! Daha!’ diyor ve bir türlü doymak bilmiyor. Dünkü insan, komşusu açken uyuyamıyor, yardıma koşuyor, paylaşıyordu. Günümüz insanı ise, komşuda kim deyip, değil aç kaldığını bilmek, ölse bile haberi olmuyor. Kaç yaşında olursak olalım, hepimiz geriye dönüp bir bakalım; geçen onca yıllardan elimizde ne kalmış? Hepsi hayal olup gitmiş. Bin senede yaşasak, sonunda hayal olup gidecek. Şu halde hayatın kendisi hayaldir. Hayalin (gölgenin) peşinde koşmak, varını yoğunu hayal için tüketmek akıl karı mıdır? Hayal olan dünya hayatı tıpkı bir rüya gibidir; rüyanızda kendinizi padişah görürsünüz lakin uyandığınızda gerçekle yüzleşir ve padişahların da toprak altında olduğunu, onların da hayali bir hayatı yaşayıp gittiklerini anlarsınız.
Bir şey mutlaka olacaksa, onu olmuş bilmek lazım gelmez mi? Herkes ölümü tadacak, ölümden kaçış yok. Üstelik ölümden sonra sonsuz bir hayat başlayacak. Elli, bilemediniz yüz senelik ve üstelik hayal olan bir hayat için yapmadığımızı bırakmadık, lakin bu hayal olan kısacık gölge oyunu sınavına göre şekillenecek (cennet ya da cehennem) sonsuz hayat için ne yaptık, ne yapıyoruz? Ne yapmalıyız?
Günler, haftalar, aylar ve yıllar geçiyor, onlar geçtikçe mutlaka vuku bulacak sona (ölüm) yaklaşıyoruz. Büyük gün (insanın ve evrenin kıyameti) yaklaşıyor. Çılgınca kutladığımız yeni bir yılın başlangıcı, bizi gerçeğe (ölüm ve ötesi) gerçeklerle yüzleşmeye biraz daha yaklaştırdı.
Biz kendimizle ve yapıp ettiklerimizle yüzleşmeye ne kadar hazırız?
Yazımı Şeyh Edepali’nin hepimize rehber olması gereken sözleri ile bitiriyorum;
‘Düşüncelerini dikkat et, sözlerin olur…
Sözlerine dikkat et, davranışın olur…
Davranışına dikkat et, alışkanlıkların olur…
Alışkanlıklarına dikkat et, günahların olur…
Günahlarına dikkat et, sonun olur…
Hepinize iyi hafta sonları değerli Denge okurları.
ÖNEMLİ NOT: Bu sayfalarda yayınlanan okur yorumları okuyucuların kendilerine ait görüşlerdir.