Rodos Adası'nda üçüncü günümüzde eşim arkadaşlarıyla alışverişe çıktı. Ben de Euopa otelinin 3'üncü katındaki 313 nolu odamıza çıktım. Otelin balkonundan Rodos’u seyrederken önümdeki deniz sahilindeki turistleri izliyorum. Daha sonra yatağıma sırtüstü uzandım düşünüyorum.
Bir otel, yalnızlığın tadına doyasıya vardığı yerdir insanın. Mahremine tanıklık etmemiş ve hiçbir hatıra kırıntısı taşımayan duvarlar, suretine yabancı aynalar…
Meçhul bir oda ve meçhul bir adam; öncesi ve sonrası olmayan bir konukluk… Enis Batur’un dediği gibi “oteli seçenler, yerleşiklik tarihinin öncesine, sonsuz göçebelik çağına ait bir fantezinin takipçileri gibidir.” Bir otel, hotel odasının çağrıştırdığı anlam, modern zamanlarda kaçış ve yalnızlıktır. Daha çok, özgürlüğe kaçış gibi…
Otel, bütün curcunasına, tekrarlanan ritüellerine rağmen mahrem bir özgürlük alanı sunar konuğuna. İçinde geçiciliği, mekansızlığı ve hatta tekinsizliği hissettiren bir özgürlüktür bu. Sanırım bütün bu tekinsiz özgürlük alanı içinde kendi ruhumuza dokunma alanı buluruz.Sahipsizlik ve hatırasızlıklarından ötürü hiçbir değer ifade etmeyen otel odası nesneleri silinmeye, yok sayılmaya mahkumdur. Nesnesizliğin boşluğunda, odayı kendi bedeni ve ruhuyla doldurur insan. O beden ve ruh bir sorgulama haline dönüşür artık. Kendisiyle baş başa oluşun sunduğu uçsuz, bucaksız hesaplaşma anları… İşte bu yüzden her kaçışta, konup göçtüğü otel odasında kendi gerçeğinin bir yanını daha bulur insan.
Bir otel yazısı, bir otel odasında yazıldığında daha mı sahici olur? Beni üç gündür konuk eden bu 313 nolu oda ile aramda nasıl bir ilişki var. Bunu sorguluyorum. "Sınırlandırılmış” bir özgürlük alanı, yüzümü tanımayan ve şu kapıdan çıkıp gittiğimde bir daha beni hatırlamayacak olan ayna. Kokumu hemen unutuverecek olan yatak. Ve hiçbir yaşanmışlık izi taşımayan duvarlar….
Yaşanmışlık izi dedim de lüks otelleri bu yüzden sıcak ve insani bulmam ben. Oysa bütün salaşlığına, pejmürdeliğine, döküntü haline karşın Anadolu’nun küçük ilçe ve kasaba otelleri bir sıcaklık ve insanilik taşır. Trajedisi olan otellerdir onlar.
Buralardaki gibi bütün tavrı ve düşüncesiyle tek tip insan görüntüsü veren tatilciler yerine her biri farklı bir hikayeyi sürükleyen konukları vardır onların. İşsizler, doktor bekleyen hastalar, mahkemeye gelen davalılar, meçhul yabancılar, bekar memurlar, kötüdür hatta pistirler ve fakat sürekli insan kokarlar gelenlere türlü insan hikayeleri, öyküleri anlatırlar.
Belki de Faruk Nafiz Çamlıbel’in han duvarları şiirini okuduktan sonra ilk otel konukluğundan bu yana girdiğim her otel odasında benden öncesine ait yaşanmışlık izi aramışımdır ben. Duvarda, uzak bir yalnızlık akşamında ve meçhul bir adamın kaleminden kalmış bir beyit:
“On yıl var ayrıyım Kınadağından. Baba ocağından, yar kucağından.”
Hiç unutmam Tokat’ın Zile kazasındaki bir otel odasının duvarında görmüştüm: "Maraşlı şeyh oğlu satılmışım ben. Oradan oraya atılmışım ben.” Günümüzün heybetli, gösterişli turistik otelleri iz bırakma bahsinde vefasızdır ne yazık ki. Belki de o tür izler Anadolu’nun küçük salaş kasaba otellerinde saklı duruyordur, hala .
Rodos’ta 313 nolu otel odasındayım ve aşağıdaki beyin tırmalayıcı müziğin gürültüsü içinde insanın otel ile olan ilişkisini düşünüyorum. Okuduğum ve hatırladığım otel yazıları, şiirleri geçiyor aklımdan. Yusuf Atılgan’ın Anayurt oteli (Nazillidedir) salonu, sofaları, merdivenleri, kalın muşamba ile kaplanmış, konaktan bozma Anayurt oteli. Tomris Uyar’ın, Bilge Karasu’nun, Enis Batur’un metinleri ve Necip Fazıl’ın otel odaları şiiri “Gelip geçen her yüzden gizli bir akis kalmış. küflü aynalarında , küflü aynalarında.”
Sonra
benim otellerim… Niğde’de bir hafta konakladığım Gündoğdu Oteli'nin daracık loş odası, Basmane’de bir sabah intihar etmiş bir öğretmenin çıkarıldığını gördüğüm ve ürperdiğim isimsiz otel…
Aslını sorarsanız bana göre değil oteller. Ben daha çok bir aile sıcaklığının estiği pansiyonları seviyorum. İnsan konup göçtüğü bir otel odasını özlemez ve tekrar oraya dönmek istemez. Ama bir pansiyona her zaman dönülebilir. Lakin otel odalarının insanı savunmasız bir biçimde kendisiyle baş başa bırakışı da yabana atılacak tecrübelerden değildir. Ve insan, yılda bir kez de olsa bir otel odasında kendini dinlemelidir. Ruhunu yabancı bir aynada seyretmek için…
Yazımıza Üstad Necip Fazıl Kısakürek ustanın Otel Odaları şiiriyle son verelim:
Bir merhamettir yanan, daracık odaların,
İsli lambalarında, isli lambalarında.
Gelip geçen her yüzden gizli bir akis kalmış,
Küflü aynalarında, küflü aynalarında.
Atılan elbiseler, boğazlanmış bir adam,
Kırık masalarında, kırık masalarında.
Bir sırrı sürüklüyor, terlikler tıpır tıpır,
İzbe sofalarında, izbe sofalarında.
Atıyor sızıların, çıplak duvarda nabzı,
Çivi yaralarında, çivi yaralarında.
Kulak verin ki, zaman, tahtayı kemiriyor,
Tavan aralarında, tavan aralarında.
Ağlayın, aşinasız, sessiz, can verenlere,
Otel odalarında, otel odalarında!...
Hepinize iyi hafta sonları sevgili Denge okurları.
ÖNEMLİ NOT: Bu sayfalarda yayınlanan okur yorumları okuyucuların kendilerine ait görüşlerdir.