“Rakipleri hep dış mihraklar yüzünden başarısız Beşiktaş ise dış mihraklara rağmen başarılı. Ülke olarak Beşiktaş’tan bir şeyler öğrenelim…”
Sabancı Üniversitesi Finans Kürsü Başkanı Prof. Dr. Özgür Demirtaş’ın tespiti. Beşiktaş’ın Türk sporundaki duruşunu ve vizyonunu ne kadar güzel özetlemiş.
Geçen hafta Kuşadası’nda Beşiktaş Başkanı Fikret Orman, yönetim kurulu üyeleri ve Beşiktaş taraftarları olarak şampiyonluk gecesini kutlarken aklıma yukarıdaki sözler geldi.
Aslına bakarsanız Beşiktaş’ın sırrı başarılı olmak değil, farklı olmak. Çünkü Beşiktaş’ı yönetenler, Beşiktaş’ı tüm kalbiyle destekleyenler şunu çok iyi biliyorlar.” Büyüklük şu ya da bu olmak değil, kendin olmaktır.”
Beşiktaş kendi gibi olduğu için farklı, kendi değerlerine sarıldığı için çok büyük.
Sezona başlarken “Efendi Beşiktaş” dediğimizde “Aklınızı mı kaçırdınız siz? Türkiye’deki yerleşik futbol düzeninde bunu nasıl başaracaksınız? Çok iddialı değil mi?” dediler. Oysa bilmiyorlardı. Efendilik Beşiktaşlı için bir iddia değildi, adına Beşiktaşlılık denen değerler manzumesinin temeliydi.
“Biz Efendi Beşiktaş’ız” diyerek kimseye “Efendi olun” dememiştik.
Tek yaptığımız büyük Beşiktaş taraflarına sahip olduğu bir vasfı, bir meziyetini hatırlamaktı. O yüzden bu kadar içselleşti, o yüzden görüyorsunuz sokaklarda “Efendi Beşiktaş” tişörtüyle dolaşan çocukları…
Beşiktaşlı yönetici kendi şirketinde çalışmadığı kadar çok çalışıyor Beşiktaş için. Beşiktaşlı teknik adam, güvenlik görevlisinden önce başlıyor mesaiye tesislerde. Beşiktaş’ta transfer yaparken önce yeteneğe değil, karaktere bakılıyor. Beşiktaş’ın kasasından 1 lira fazla çıkmasın diye bin kez düşünülüyor.
Beşiktaş’ı takip eden muhabirlere Beşiktaş ailesinin bir parçası gözüyle bakılıyor. Beşiktaş mazeret üretmiyor, çözüm üretiyor. Beşiktaş gürültü çıkarmıyor ses veriyor. Beşiktaş tribüne oynamıyor, tribünü arkasına alıp Asya’ya, Avrupa’ya tüm dünyaya oynuyor.
Beşiktaş’ın hayali sadece kendi taraflarını mutlu etmek değil logosunda taşıdığı bayrağın altında yaşayan tüm ülkeyi mutlu etmek…
Demem o ki mesele maç kazanmak, kupa kaldırmak, formaya yeni bir yıldız eklemek değil.
Beşiktaş Türk sporunda sessiz bir devrim yapıyor. Beşiktaş’ta sen ben yok, biz var.
Türkiye’yi saran “Arena” furyasını hep eleştirmiştik.
Eleştirileri “yapılan hizmetleri inkar etmeyin” diyenler geçenlerde Cumhurbaşkanı Erdoğan bu “Arena garabetini” dile getirince bir anda 180 derece dönüp bizimle aynı noktaya geldiler.
Hoş geldiler!
Doğru tektir.
Geç de olsa kurtulduk bu arena saçmalığından.
Beşiktaş stadının adı ne olsun diye düşünülürken idarecilerde birisi güzel bir tespit yapar: “Bu stat Türkiye’nin mutluluk merkezi.” Stadımızın adı Vodofone Park oldu ama bu mutluluk merkezi analizi Beşiktaş’ın bu yıl ki başarısını adeta özetler nitelikteydi. Bazı gazeteciler “Beşiktaş’ın yaptığının hissiyat mimarisi” olduğu görüşündeydi. Evet Beşiktaş’ın başarısı tam da buydu. Taraflarından medyaya, rakiplerinden hayatın futbol dışında kalan alanlarına kadar tamamıyla hisler üzerinden inşa edilen bir başarı Başkanımız Fikret Orman bunu bir konuşmasında şöyle tarif etmişti. “Türkiye’deki klasik futbol yöneticiliği tarzı rakip taraftarları mutsuz ederek kendi taraftarını mutlu etmek şeklinde. Biz bunu yapmıyoruz. Yapmayacağız. Kendi taraflarımızı mutlu etmek için varız. Ama başkalarını mutsuz etmek için yokuz.”
Herkesin birbirini bir kaşık suda boğmaya kalktığı futbol dünyasında Beşiktaş güler yüzüyle, hislere karşı gösterdiği hassasiyetle, kayıkçı kavgaları da dahil her türlü boğuşmadan ısrarla uzak duruşuyla fark yarattı. Hatta diğerlerine fark attı.
Rakipleri boş tribünlere oynarken Beşiktaş her maçında ortalama 30 bin seyirciyle çıktıysa, altında yatan en büyük sebep budur.
Beşiktaş, o stada gelenlere iyi bir futbol seyretmekten çok daha ötesini verdi: Mutluluk…
Sahadaki güzel oyun, yıldızlar bunun en önemli parçasıydı ama her şey “futboldan” ibaret değildi. Kullandığı dille, üslubuyla, kurduğu empatiyle, efendiliğiyle mutlu etti her kesmi Beşiktaş…
Beşiktaş bu yıl uzun süredir unuttuğumuz bir şeyi hatırlattı bize; Futbolun bir “dövüş stili” olmadığını, bir spor dalı olduğunu… İnsanlara kavga ettirmek yerine iyi hissettirmek, güzel vakit geçirtmek için yapılan bir “eğlence” olduğunu…
Umarım kısa sürede unutmayız!
Hepinize iyi hafta sonları değerli Denge okurları.
ÖNEMLİ NOT: Bu sayfalarda yayınlanan okur yorumları okuyucuların kendilerine ait görüşlerdir.