Ilık bir bahar akşamı, hava karardı. Ve ben eskilerden bir Neşe Karaböcek şarkısı (1977) dinliyorum.
Hava kararmıştı, yağmur yağıyordu
Dudakları sırılsıklamdı
Elleri üşüyordu
Bir öptüm, bir öptüm, bir daha öptüm
Kimseler görmedi öpüştüğümüzü
Yağmurdan başka, iki gözüm çıksın
Ne zaman yağmur yağsa utanıyorum
İnci dişleri, kalem kaşları
Mor menekşe gözleri vardı
Elleri üşüyordu
Bir öptüm, bir öptüm, bir daha öptüm
Kimseler görmedi öpüştüğümüzü
Yağmurdan başka, iki gözüm çıksın
Ne zaman yağmur yağsa utanıyorum.
Evet bahar geldi, topraktan fışkıran rengarenk çiçekler, ışıldayan davetkar sular, havada leylekler, sofralar da bereket… Mevsimlerin en çiçeklisi, en kelebeklisi… Edebiyattan modaya, sinemadan teknolojiye…
Çocukken ve gençliğimizde bahar geldiğinde söylediğimiz, dudaklarımızdan düşürmediğimiz bir tekerleme vardı. Marş gibi aklımızda yer etmişti:
Nisan Mayıs ayları
Gevşer gönül yayları
Başlar bahar aşkları
Kalplere vur bir zımba
Rumba da rumba
***
Bir su gibi süzül ak
Baygın baygın yan yan bak
Her gün ayrı canlar yak
Kalplere vur bir zımba
Rumba da rumba
***
Al bir salon gelini
Koy kalbine elini
Sevdim tatlı dilini
Kalplere vur bir zımba
Rumba da rumba
***
Al bir İstanbul kızı
Yanakları kırmızı
Sandım sabah yıldızı
Kalplere vur bir zımba
Rumba da rumba
Bahar; Nisan yağmurları yanında hüznün aşkla birleşmesini tasvir eder.
“Gönül üzgünlüğü, gam, keder, sıkıntı, iç kapanıklığı” gibi tanımlarla açıklar sözlükler hüznün anlamını. Ama biliriz ki kelimelere dökülemeyen bir yanı vardır hüznün…
İçinde umut taşır, hasret taşır, heyecan taşır… Ve bizler biliriz aslında hüznün Nisan yağmuru gibi olduğunu. Bir bakışla, bazen bir sözle düşer gönlümüze ya da bir şarkı, bir şiirle içimize çöker ağırlığı. Bereket versin öyle uzun sürmez geldiği gibi gider ve ardında bıraktığı dudaklarda yarım kalan tatlı bir gülümseme, göz pınarlarımızda biriken birkaç damla yaş ile...
Yağmur gibidir bu şehrin aşkları da, tıpkı Nisan yağmurları gibi. Olmadık bir anda sırılsıklam eder adamı, aşkın içine katıp iliklerine kadar ıslatır. Habersizce gelir, hazırlıksız yakalar… Su damlası yüklü bulutlar başınıza yağabilecek en güzel yağmurları yağdırır. Siz kaçmaya bile fırsat bulamadan saçınızdan damlarken rahmet damlaları henüz farkında değilsinizdir yaşayacağınız anların… Ve bitişi de öyle birden bire olur. Sudan çıkmış balık misali kalıverirsiniz ne yapacağınız bilmeden. Gözyaşı olarak yağmaya devam eder AŞK’ın sağanakları. Ta ki son damlayı düşürene kadar sürer hüznünüz. Ve ardından güneş açar, ”Yaza merhaba…” der gönüller.
Bir dahaki yağmura değin için için bekler dururuz hüznün dudaklarımızda bıraktığı buruk tadı. Beklediğimiz aşktır aslında. Göğsümüze doğrultulmuş bir mızraktır hayallerimizi süsleyen…
Nerede, ne zaman karşımıza çıkacağını bilemeyiz. Kaderimize bağlarız gelişini…
Rastlantı, diye bir şey yoktur, her şey Yaradan’ın lütfudur biz kullarına. Eros’un okları diye çocukluğumuzda anlatılmış mitolojik bir hikayeye inanmayı yeğlerken bir yanımız, gerçeği göz ardı edemeyiz.
İnsanoğlunun hamuru aşk ile yoğrulmuştur. Ve başımıza düşen aşk yağmurundan kaçış yoktur. Onun hüznünde bulduğumuz mutluluğu, içimizde yaşattığı coşkuyu yaşamadan gitmek yoktur bu şehrin yağmurlarından.
Kapatırız şemsiyemizi... Varsın yağsın aşkın hüznü... Yazımızı şarkıyla başlattık, şiirle bitirelim.
Gözlerim yanıyor hüzünden
Ah keşke söyleyebilseydi şarkılar
Ya da öyle bir söz yazılsaydı ki
Yaşarmayan kalp kalmasaydı
Sahi ben mi demiştim o lafı
“Gözyaşı temizler mi yalanı?”
Yetimliğime ekledim yokluğunu
Gel de çöz şimdi bu düğümü
Boş ver…
Sen yine de gülümse
Ben toplarım yağmurların hüznünü,
Hepinize iyi haftalar sevgili Denge Okurları.
ÖNEMLİ NOT: Bu sayfalarda yayınlanan okur yorumları okuyucuların kendilerine ait görüşlerdir.