Pandemi de ikinci yılı geride bıraktık. Türkiye'de ilk vakanın açıklandığı 11 Mart 2020'den bugünlere kadar neler yaşamadık ki… Korana virüsün hayatımıza girmesinin yıldönümünde virüsle geçen günlerimize bakınca yakın dostlarımızdan bazılarını kaybettik, bazılarının hastalıklarını ağır geçirdiklerini gördükçe hüzünlendik. Covit-19 döneminin öne çıkan anılarını hatırladık. Çoğunluk eve kapanmışken göreve devam edenleri ve karantina sürecinden en çok etkilenenleri; yaşlıları, çocukları, evden çalışanları andık. Doğru bildiğimiz yanlışları ve çarpıcı rakamları yeniden hatırladık. Doğadaki değişimi, Türkiye'deki ve dünyadaki kısıtlamaları hatırladık. Üzerine titrediğimiz bağışıklığımızı korunma yollarını hatırladık. Bu iki yılda psikolojimizin ne duruma geldiğini görerek telaşlandık.
Hafta başında doktorlarımız tıp bayramını (14 Mart) buruk bir şekilde kutladılar.
Hayatımda çok iyi doktorlar tanıdım. Arman Ülgen, Mesut Künar, Ahmet Yıldırım, Turgut Özcan, İbrahim Kavak, Ömer Bilgin tanımakla onur duyduğum hekimler, kendilerini şükran ve minnetle anıyorum. Koronavirüs ün geldiği ilk haftalarda herkes korkudan evlerine kapanmışken onlar canla başla çalışmaya devam etti. Başta sağlık çalışanları olmak üzere, motokuryeler ve gazeteciler virüsle her an yüz yüzeydiler. Aylar süren karantina döneminde sağlık ve temel ihtiyaçlarımızı karşılamak için kimi meslek grupları virüse rağmen çalışmaya devam etti. Başta sağlık çalışanları hastanelerin yoğunluğunu rağmen günlerce, gecelerce izinsiz nöbet tuttu.
Bazen yemek bile yiyemediler. O dönem virüsten korunmak için giydikleri kıyafetler, ter içinde kalmalarına sebep oluyordu. İnsanları sağlığına kavuşturabilmek için yeri geldi, çocuklarını evde yalnız bıraktılar. Keza eczacılar yine o günlerde toplumun ilaçsız kalmaması için bir gün dahi mesailerini aksatmayan bir diğer meslek grubuydu. Haberciler de sahada çalışarak toplumun olan bitenden haberdar olmasını sağladı. Ve kuryeler… Markete dahi gitmeye çekindiğimiz o dönemde ihtiyacımız olan her şeyi bize taşıdılar.
Bir gece yarısı öğrendiler ertesi sabah itibariyle sokağa çıkamayacaklarını… Ne çıkıp para çekecek vakitleri oldu ne de belki bir ekmek alacak… Evinde çoluğu çocuğu olanlar veya yakınlarda tanıdığı olanlar şanslıydı. Gıda alışverişi ve fatura ödeme gibi gündelik işler bu şekilde halloldu. Ama bir çoğu evlerinde yapayalnız kaldı. Üstelik hiçbiri 22 Mart 2020’ de başlayan bu yasağın ne zaman biteceğini bilemiyordu. Onlarla, yasak birinci haftasını doldurduğunda konuşmuş ve nasıl hareket edebileceğimizi bilemez bir haldeydik. Kendimizi her şeyden tecrit edilmiş gibi hissediyorduk.
65 yaş üstüyle birlikte pandeminin başından beri sokağa çıkma kısıtlamasına en uzun süre maruz kalan bir kesim daha vardı. 20 yaş altı gençler… 4 Nisan 2020’de onlarda eve kapandı; arkadaşlarını, sevgililerini göremediler. Onlar da çevrimiçi görüşmeye başladılar. Öğrenciler de eğitim almaya başladılar. Onların çevrimiçi eğitim almaya başlaması, anne-babalarını da endişelendirmişti. Üstelik kimi çok çocuklu evlerde tablet, bilgisayar ve internet yetersizliği gibi nedenlerle eğitimi aksayanlarda oldu.
Kadınlarsa bildiğimiz gibi… Evden çalışırken bir yandan da çocuk bakımı, ev işleri daha da çok üzerlerine geldi, kendini sıkışıp kalmış hisseden kadın çoğaldı.
Pandemi doğaya yaptığımız birçok yanlışı gözümüze soktu. Biz bundan ders aldık mı? Şimdilik pek de öyle görünmüyor. Ama en azından boşalan şehirlerde mutlu mesut gezen hayvanları, temizlenen havayla uzak dağların karlı doruklarını gördük; sağlıklı doğanın sağlıklı insan demek olduğunu anladık.
Ülkelerin sosyal mesafe ve kapanma konusunda uyguladıkları katı politikalar dünyanın büyük bir bölümünde insanların yaşam tarzını değiştirdi; seyahatler azaldı. Okullar, ofisler, fabrikalar, sokaklar boş kaldı; evde geçirilen zaman arttı. Bu etkiler insan ve doğa arasındaki ilişkinin dinamiklerini değiştirdi. Eşi benzeri görülmemiş değişimlere şahit olmamızı sağladı.
İstanbul Boğazı'nda yunusların dans etmesi, Londra’ da şehir merkezini geyiklerin ziyaret etmesi ve tüm dünyada karbon salınımının azalması doğanın kendini hızlıca tazeleyebileceği yönünde bizlere umut verdi. İnsan elini eteğini çekince aslında doğada yarattığımız tahribatın sonuçlarının değişebileceğini gördük. Ama hala istenen değişimi yaratmadık…
Yazıma sağlık çalışanlarının bayramını kutlarken usta şair Nazım Hikmet'in sağlık çalışanları için yazdığı ‘ Yaşamayı ciddiye alacaksın ’ şiiriyle bir kez daha kutluyorum.
‘Yaşamayı ciddiye alacaksın,
Yani o derecede, öylesine ki mesela,
Kolların bağlı arkadan, sırtın duvarda,
Yahut kocaman gözlüklerin, beyaz gömleğinle bir laboratuvarda
İnsanlar için ölebileceksin, hem de yüzünü bile görmediğin insanlar için
Hem de hiç kimse seni buna zorlamamışken,
Hem de en güzel en gerçek şeyin yaşamak olduğunu bildiğin halde’
Hepinize iyi hafta sonları değerli Denge okurları.
ÖNEMLİ NOT: Bu sayfalarda yayınlanan okur yorumları okuyucuların kendilerine ait görüşlerdir.