Kalabalık bir yerde başınızın ağrıdığını veya herhangi bir sağlık sorununuzun olduğunu söylediğinizde, illa bir “ilaç tavsiyecisi” çıkar, malum.
Bu kişi doktor değildir. Dahası sizi tanımamakta, daha önce geçirdiğiniz hastalıklar neler bilmemektedir. Fakat “kendine işe yaradı diye” kullandığı ilacı büyük bir güvenle tavsiye etmektedir.
Belki tavsiye ettiği ilacın içindeki sizi hasta edecek veya hayati tehlike oluşturacak bir madde vardır ama hayır. Sırf onu iyi etti diye sizin de iyi olacağınıza kanaat getirmiştir bir defa, fikrini değiştirmek mümkün değildir. “İlaç kullanma tavsiyecileri” elbette tavsiyelerini sizin ölmenizi istedikleri için vermezler. Bilakis iyi niyetlidirler, sadece size yardım etmek istemektedirler. Seyahate çıkmayı planlarsınız. Seyahate çıktığınızı söylediğinizde hemen elinize bir liste tutuştururlar. Bu listede gezilecek, görülecek, mutlaka gidilip vakit geçirilecek yerler, uğranacak dükkanlar listesi vardır. Eğer bu listeye sadık kalırsanız “muhteşem” bir seyahat sizi beklemektedir. Fakat bunu veren kişinin hayat algısı, zevkleri, eğlence tercihleri, hatta en sevdiği renk bile farklıdır sizden.
Siz sakin bir koyda insanlardan uzak durup dinlenmek, sükûnet içinde kitabınızı, gazetenizi okumak, geceleri erken yatmak istersiniz ancak “ay muhakkak buraya da git” listesine uyarsanız sizi şehirden daha yorucu bir 15 gün beklemektedir. Gece hayatı sevmezsiniz, nadiren dışarı çıkarsınız fakat tatil “reçetenize” her gün bir kulüp yazmıştır “tavsiyeci”.
Sizin zevklerinizin onunkinden siyah ve beyaz kadar ayrı olması pek mühim değildir. Bu tür tavsiyeciler de iyi niyetlidir, neticede sizin iyi vakit geçirmenizi istemektedirler. Yeni mezunsunuz ve iş değiştirmeyi planlıyorsunuz diyelim. Bunu söylediğinizde bu defa “iş tavsiyecileri” çıkar meydana. Sizi kendi sevdiği, kendine yakın bulduğu, yapabildiği veya yapabileceğine inandığını işleri sıralayacak ve “Ay muhakkak bu işi yap” ısrarında olacaktır. Her insanın yapısının farklı olması, farklı işlere yatkınlığının bulunması, yeteneklerinin arzu ve isteklerinin başkalığı önemli değildir.
Bakın burada da “iyi niyet” ten başka bir şey bulamazsınız. Kişi, karşısındakinin hayatta mutlu olmasını, iyi para kazanmasını istemekten başka bir şey hedeflemez tavsiye verirken. “Ben” kelimesinin belki de tarihte hiç olmadığı kadar değerli olduğu bir çağda yaşıyoruz.
Herkes “ben” kelimesiyle cümlelerine başlıyor. Kendisini anlatmaktan dili damağı kuruyor, karşısında kini dinleme, anlama becerisinden yoksun…
En ilgisiz olmayacak yerde bile yarış yapıyoruz. İki kişi karşılıklı olarak konuşurken bile var mücadele. Mesele “karşılıklı birbirini anlamak için konuşmak” değil, “hangimiz daha çok ben diyecek?” yarışması gibi. Birbirimizi anlamaya çalışmak ve edindiğimiz bilgiye göre konuşmak yerine kulaklarımızı tıkayıp kendi deneyimlerimizi iştahla anlatma yarışına giriyoruz. Sadece seyahat için değil, tanıdığımız, tanımadığımız herkesin üzerine kendi deneyimlerimizden yola çıkarak “tavsiye yağmuru” yağdırıyoruz. Birini iyi dinleyen, anlamak için dinleyen, insanların birbirine vermesi kadar normal ve güzel bir şey yok.
Fakat mesele tavsiye vermek değil, “BENİM şu hayatta zevk aldığım şeyler” anlatma yarışı olunca, iş bazen tat kaçırıcı oluyor, bazen de (ilaç tavsiye etmek gibi) tehlikeli sulara doğru gidiyor. Hayatımızı anlamlı kılan, zevkimizin, hayat görüşümüzün kendimize has olması özgünlüğümüzdür. Birisinde işe yarayan, ona zevk veren, umutlandıran, onu iyi hissettiren ne varsa, karşısındakinde de aynı etkiyi yaratacağını, düşünenler sayesinde, kendine uymayacak seçimler yapmış ve mutsuzluğa sürüklenmiş, “iyi niyet kurbanları” ordusuna her gün yenileri ekleniyor.
Başkalarının “Ben şunu severim”, “Bence şu işi yap”, “Bence bunu kullan”, “Bence şurayı görmeden gelme”, gibi söylemler yüzünden etrafta öyle büyük bir “BEN” kirliliği var ki, o kelimeyi kullanacağımız esas soruyu sormayı unutuyoruz. “Ben ne istiyorum?”
Hepinize iyi hafta sonları sevgili Denge okurları.
ÖNEMLİ NOT: Bu sayfalarda yayınlanan okur yorumları okuyucuların kendilerine ait görüşlerdir.