Tuhaf bir işimiz var, gazetecilik! Birinden aldığın haberi diğerlerine duyurmak, “Sızdırmak”, sızdırmıyor gibi yapmak, birilerini “anlatsan yazmayacağım” diyerek kandırmak, dedikodudan beslenmek, “kötü” ve acımasız olmak; temel kurallar haline geldi. Köşe yazanlar örneğin kendilerini gazeteci zannediyor. Ekrandan birkaç dakika görünenler “programcı” diyor kendisine, salt dedikodu üzerinde kariyer yaparsa “duayen”… Tuhaf dedim ya. Dostluk pek yok, arkadan konuşma pek bol. En sevip güvendiğim, hayranlıklarım da bu meslekten, yüzüne bakılmayacaklar da. Yüzüne gülüp, arkanızı dönmeden kuyunuzu kazananlarla aynı masada oturmak ve kimi zaman sohbet etmek zorunda kalıyorsunuz. Ego hem şişik hem yerlerde! Gelgitlerle, paranoyalarla dolu bir hayat. İletişim fakültesinde okuyan kardeşlerime eski bir gazeteci olarak şöyle söylüyorum: “Aşkla yapacaksanız, haberci vasıflarına sahipseniz gazeteci olun, yazı yazmayı ve okumayı nefes almak gibi görüyorsanız elinize kalem alın Sorumluluk bilincine sahipseniz, değer yargılarınız varsa ve yaptığınız her haberde ve yazdığınız her yazıda bahsi geçen kişiyi ailenizden biriymiş gibi içselleştirebiliyorsanız bu işi yapın.” Öyle olmak zorunda, işimi o kadar çok seviyor ve önemsiyorum ki, berbat yazılarla, olmadık fikirlerle, bilgisiz, donanımsız kişilerle aynı kefeye konmak canımı acıtıyor, kanıma dokunuyor.
Olayları örtbas etmek gazeteciliğin ruhuna aykırı gazetecilik, üzeri örtülen gerçekleri gün yüzüne çıkarıp kamuoyuna aktarmak, aktarılanla yetinmeme, denetleme, sorgulama ve eleştirme mesleğidir. Gazeteciler birilerini, özellikle de toplumdaki güç odaklarını memnun etmek değil, tam tersine gerektiğinde hoşnutsuz etmekle yükümlüdür. Nereden gelirse gelsin bütün yanlışlara kafa tutar bu mesleğin mensupları.
Maalesef ülkemizde çocukların cinsel istismarı, taciz, tecavüz ve ensest gibi vakalarda örtbas etme eğilimi yaygın. Sadece suçlananlar değil, kimi zamanda mağdur tarafta örtbas etmeye çalışabiliyor. Belki içinde bulunduğu toplumdan dışlanma korkusu, güce karşı çıkamama, utanma yada başka bir çok nedenden kaynaklanıyor olabiliyor bu çaba. Kuşkusuz onaylanmaz ama anlaşılabilir davranışları. Gazetecilerin ise bu tür vakaları asla ve asla örtbas etme eğilimine girmemesi gerekir. Tersine sorumluların ve nedenlerinin ortaya çıkarılması için bütün araştırma teknikleri kullanılmalı, suçun tekrarlanmaması için önlem alınması sağlanmalı, alınan önlemler ısrarla ve inatla takip edilmelidir.
İnsani değerlere karşı işlenen bu suçlar karşısında gazetecinin tarafsız kalması beklenemez. Bence “ahlaki tarafsızlık” bu vakalara tavır almayı zorunlu kılar. Elbette suça karşı olmak, suçluya taraf olmak yada olmamak anlamına gelmez. Ne kadar utanç verici olursa olsun yine de suçlananlara adil davranmak ve haklarını göz ardı etmemek durumundayız.
Ayrıca TCK’nın en önemli ilkelerinden biri olan “suçun ve cezanın kişiselliği ilkesi”ni de unutmamalıyız. Bir kişinin işlediği öne sürülen suç nedeniyle yakınları ve içinde bulunduğu kurumlar yada topluluklar peşin hükümlerle suçlanamaz. Ama suç ve suçluyla ilgili kurum veya toplulukların ilişkisi de araştırılmalıdır. Suça ilişkin bir ihmal olup olmadığı, alınan önlemlerin kalitesi, suçun örtbas edilip edilmediği sorgulanır.
Bunları aktarmamın nedeni gazetelerin 3. Sayfalarında her gün bir okulda veya yurtta taciz ve tecavüz vakaları okuyor olmamızdır. Ve yine ne yazık ki bu olaylar ortaya çıktığında ilgili okul, yurt veya Kur'an kursu yetkililerinin olayı yok sayma, örtbas etme çabalarını gözlemlemekteyiz. Örneğin Ensar Vakfı’nın Karaman’daki 10 çocuğun vakasında yetkililerin olayın üzerini örtmek için aşırı gayret gösterdiklerini hatta ilgili bakanın “bir defadan bir şey olmaz” dediğine bizzat şahit olduk. Oysa gazeteci peşin hükümlü olarak davranamaz gazeteci ne o kurumların sözcüsü olur ne de düşmanı. Gazetecinin görevi olayı kapatmak isteyenlerle mücadele etmek ve gerçeğin peşine düşmektir. Yani araştırmak, sorgulamak, önyargılı davranmak yerine soru sormaktır. Yurt veya okul yöneticilerinin bu suçla bir ilişkisi var mı? Böyle bir suçun işlenmemesi için yeterli bir önlem alınmış mı? Neden bu kurumlarda böyle olaylar yaşanmış?
Suçun ortaya çıkmaması için olayı örtbas etmeye çalışılmış mı? Milli eğitim bakanlığı, valilik, polis ve ilgili devlet kuruluşları küçük çocukların geceleri de kaldığı böyle yurtlar açılmasına nasıl göz yummuş; neden hiç denetlememiş?
Onlarca soru daha sorulabilir. Bu soruların yanıtları alınabildiği oranda sorumlular ve varsa kurumsal yanlışlar ortaya çıkar. Sadece bir olaya odaklanmak yetmez, Türkiye’nin her yanına yayılmış bu yurtlara gitmek, oralardaki ilişkileri; yaklaşımları, önlemleri araştırmak ve sorgulamak gerekir. Ancak böyle yaparak başka çocuk ve kadınların mağdur olmasını önleyebiliriz. Burada bir konuyu da belirtmeliyim: kadın cinayetlerinde olduğu gibi çocukların cinsel istismarı haberleri hakkında da bir kuşku dile getiriliyor. Bu vakalar eskiye nispetle arttı mı? Yoksa medyanın ilgisi yoğunlaştığı için mi artmış görünüyor? O nedenle acaba medya bu haberleri vermese diyenler çoğalıyor. Bu tür haberleri yapmak gazetecinin doğal görevidir. Yalnız burada da bir kırmızı çizgimiz olmalı, bu haberlerin cinsel fantezi içeriği ile yayınlanmaması konusunda hassasiyet göstermemiz gerekmektedir. Gazeteci bu tür vakalarda pornografik ayrıntıları aktarmamalıdır.
Hepinize iyi hafta sonları sevgili Denge okurları.
ÖNEMLİ NOT: Bu sayfalarda yayınlanan okur yorumları okuyucuların kendilerine ait görüşlerdir.