Kuşadası’nda bir sergi gezmiştim: “Nereden geldik buraya?” Kısa bir Türkiye tarihi diyelim.
Nereden geldik sahi… Neler yaşadık? Nereden geldik ve nereye gidiyoruz?
Tam olarak bunu kavrayamadığımız için durmak bitmek bilmeyen yüksek ego halinde yaşıyor olmayalım? Bu ego hissinin üzerine, insanın kendine bir şey katmadığını hissettiği işlerde, sırf para için çalışmak durumunda kalmasının ağırlığını ekleyelim… Yetenek ve becerilerinden çoook uzakta, maaşın ancak bir ay anca ayakta kalmaya yettiği işleri…
Zamansızlığı, kirli şehirleri, sahte ilişkileri birbirinden nefret edecek hale getirilmiş insanları, aradaki koca uçurumu düşünelim…
Hayatı yaşamak yerine “oradan oraya savrulmak” olarak öğrenmişleri…
Çocukların yeteneklerine göre değil, tesadüfen “puanlarının yetmediği” üniversitelere yerleştirildiği kendi içlerindeki becerilerden bihaber yaşadıkları, ardından içlerindeki beceriden uzakta, bambaşka bir yönde kurdukları hayatları…
Buradan üstün başarı, zenginlik, refah çıkar mı? Belki de şöyle sormak lazım “iyi güzel” herhangi bir şey çıkar mı? Türkiye’de başarılı olmanın bir tane anahtarı var ve ne yazık ki pek çok kişi sırra vakıf değil. Olabilir esasında ama olmamayı tercih ediyor. Veya bu sırra vakıf olamayacak kadar körleşiyor.
YANLIŞTAN YANLIŞA SAVRULMAK
Körleşenler köşe başlarını tuttuğunda ise sırf sistem yürüsün diye aksak düzen, “Kötü ama kendi içinde bir düzene sahip en azından” diye yürüyor. Bu düzen yürüdükçe de “milli başarı” denen hadise hayal oluyor.
Başarı için ne gerekiyor? Öncelikle çocukken yetenekleri tespit etmek. Onun üzerinde tespit edilen alanlarda eğitim almak, beceriyi artırmak. Bu kadar!
Konu mühendislik de olsa sanat da olsa böyle. Büyük bilim adamları çıkarmanın yöntemi de büyük sanatçılar çıkarmanın yöntemi de aynı. Geçenlerde Çin’deki 2016 kış oyunlarında. Boyyang Jin isimli 1997 doğumlu gencecik bir adam buz pateninde tarih yazdı.
Çin, devletin kendi eliyle yetenek avcılığı yaptığı, alanında en iyi, en becerikli çocukları bulup parlattığı bir ülke. Yetenek sınavlarına girmek mecburi. Üstün yetenekliler, tarih yazan sporcular, işte bu sistemden çıkıyor. Bunu yapmadığımız sürece doping haberleriyle, kırk yılda bir tesadüfen elde ettiğimiz başarılarla yetinmeye mahkumuz.
80’lere, 70’lere, 60’lara ve daha gerisine gittiğimiz zaman da görüyoruz ki sıkı sıkıya tutunulan hantal yöntemleri koruyarak başarıya ulaşamayacağız. Hantal sistem, yerini odağını dini eğitime kaydırmış sisteme bırakınca farklı alanlarda büyük başarılar elde edebilecek süper yetenekli çocukları ayrıştırmamayı sürdürüyoruz. Bir “yanlış”tan öteki “yanlış”a savrularak iyi bir yere varmak olanaksız…
SİSTEM MUTSUZLARI YARATIYOR
Arzu ettiği bir alana yönelememiş, içindeki yeteneği bastırmak zorunda kalmış, işinden nefret eden milyonların yaşadığı bir güzel ülkede “Neden mutlu olamıyoruz?” sorusunu sormak anlamsız. Cevap açık… Sevdiği işi yapamamanın verdiği o “sürekli iç kazınması” hissine engel olamayanların ülkesi.
Yolu çocuklukta çizmeyince, ilerleyen yaşlarda rota değiştirmek zor. Elbette imkansız değil ama pek çok kişi belirli bir yaştan sonra, elindekileri kenara koyup, bambaşka bir hayata adım atmayı göze alamıyor. Zar zor çalışarak kazandığı parayı riske etmek istemiyor. İçinde bulunduğu konfor alanı, rahatsız bir konfor alanı da olsa, neticede “konfor alanı” ya, oradan çıkmak istemiyor. Çıkacak olsa da zor hayat koşulları buna müsaade etmiyor.
Hali hazırdaki sistem, geleceğin mutsuzlarını yaratmaktan başka bir işe yaramıyor. Bir dolu yetenek, bir dolu potansiyel bilim adamı, sanatçı müzisyen, yetenekleri doğrultusunda değil, sistemin çarpıklığını sürdürmeye yarayacak iyi bir “ara elaman” olarak yetiştiriliyor, becerilerini törpülemek zorunda kalıyor.
Halbuki insan kötü özelliklerini törpüler, üstün yeteneklerini değil, öyle değil mi? “Neden başarılı olamıyoruz” sorusunun yanıtını çok uzaklarda aramaya gerek yok. Burnumuzun dibinde duruyor. Üstelik çözümü de belliyken!.. Son günlerdeki Fatih Terim, Arda, Burak Yılmaz kavgalarını takip ediyorsanız bu şekilde milli başarıyı yakalayamayacağımızı anlamışsınızdır. Hepinize iyi hafta sonları sevgili Denge okurları.
Yazarın notu: Tayfun Tufan Zelzele olayı... Aydın basınında gazeteciliğin bitti andır. Bu konuda ayrıca yazacağım.
ÖNEMLİ NOT: Bu sayfalarda yayınlanan okur yorumları okuyucuların kendilerine ait görüşlerdir.