Aydın Lisesinin orta kısmında okurken evimiz şuandaki Askerlik Şubesinin bir üst sokağındaydı okuldan çıkıp eve gelir, içeri girmeden bahçe duvarından çantamı attığım gibi arkadaşlarla top oynamaya koşardık. İki taştan kale yapar, altışar golden iki devre, üç korner bir penaltı futbol oynardık evlerin arasında boş araziler vardı o zamanlarda…
Renkli renkli bilyelerimiz vardı, onlarla oynayacak geniş alanlarımız da. Hele başaltından bir de vurduk mu yoktu diyecek keyfimize. Seksek oynardık tebeşirlerle yere çizgiler çizerek demek ki araba park edilmeyen kaldırımlarımız, yollarımız varmış bizim. Seksek çizgileri çizecek kadar da geniş. Babam uçurtmanın çıtalarını çakar, beraber el işi kâğıtlarıyla süslerdik, bir de güzel kuyruk yaptık mı bulutlarla arkadaş olurduk. Demek ki geniş ve büyük ve boş arsalarımız varmış mahallelerimizde. Ne çok katlı binalar, ne de AVM’ler…
Çocuklarımız bizim gibi şanslı olamadılar seksek nedir, bilye, misket nedir bilemediler, uçurtma uçuramadılar, mahalle aralarında top oynayamadılar.
Aydın’da yalın ayak bezden yapma topun peşinden koşarken nasıl Beşiktaşlı oldum. Biliyor musunuz benim ki taraftarlık değil ölümüne sevda. Ortada ne şampiyonluk ne de gurur duyacağım bir neden vardı! Ama Siyah-Beyaz’a gönül verdim. Eğer ortada bir tercih varsa, kesinlikle bir sosyolojik açıklaması da olmalıydı.
Bir yerlerde beni bu renklere iten bir neden olmalıydı. Ben bilmesem de bu aşkın bir nedeni vardı. Güçsüzün güçlenme, güven veren bir çatı altında buluşma arayışıdır. Siyah-Beyaz sadece hayatın iki rengi değildir! Gün göremeyenler ile güzel günlere birlikte gidebileceğini hayal edenlerin buluşmasıdır.
Milyonluk şehirlerde kaybolma korkusunu el ele tutunarak, aynı şarkıları söyleyerek, tanımadığı insanlarla omuz omuza vererek gelecek atlatma çabasıdır. Hayatın dağıttığı paylardan beyazlara düşeni alma ve sesini yükseltme yarışıdır. ÇARŞI’da bunu bayrağını taşıyan gruptur. 12 Eylül darbesinde sokağa çıkma yasağı varken sokaklarda şampiyonluk kutlayan ilk ve tek takımdır BEŞİKTAŞ… Gezide, tribünlerde haksızlığa, eşitsizliğe başkaldırıştır. Kara Kartal’ın altında buluşmak diğer iki büyüğe göre çok daha kolay olsa da çıkmak zordur.
Çünkü hayat çoğu zaman “beyaz” rengini sizinle paylaşmaz. Beşiktaş aslında esirgenen beyaza yapılan bir nevi yolculuktur. Beşiktaş bu nedenle büyüktür.
Şimdi Fenerbahçe’ye bakın 90 milyon euroluk transfer yapmış sahası var, Galatasaray dünya yıldızlarını toplamış sahasını devlet yapmış. Beşiktaş’ın başına gelen Fikret Orman sahası olmayan borç yükünde bir kulüple karşılaşmış. Ama 15 Mayıs akşamı son düdük çaldığında Beşiktaş bir futbol mucizesini gerçekleştiriyordu… 99 maçını deplasmanda oynamış 3 sezondur başka takımların futbolcularının asılı olduğu koridorlardan “Ev sahibi” sıfatıyla sahaya çıkmış bir takım şampiyon oluyordu!
7 yıl sonra gelen şampiyonluk ,Beşiktaş’ı 3.yıldıza yaklaştırmaktan önemliydi. Ünlü şairimiz Cemal Süreyya “Beşiktaş sermayesi insan olan kulüptür” der ya hani, siyah beyazlılarda yıllar sonra bu anlamda en iyi insanları kadrosuna topladı. Futbolcudan önce bu çocuklar güzel birer insan…
Yağmur, fırtına, kar, kış demediler, stadları olmadığı için stad, stad dolaştılar. Kendi sahalarında maç oynayamadılar. Hep deplasman karşılaşmaları oynadılar.
İkinci devrede üst üste karşılaşmaları tehir edildi. Yeni transferler tehir edilen karşılaşmalara çıkamadı iki stoperinden Rodolfo sakatlandı. Ersun Gülüm Çin’e transfer oldu. Bütün bunlara rağmen bu güzel çocuklar yılmadılar ve şampiyon oldular. Güzel bir stada kavuştular. Artık onların önünde biraz zor durulur. Herkes yeni bir Metin Ali Feyyaz senelerine dönüş görürse sakın şaşırmayın.
Biz ne baharlar gördük ne kara kışlar
Hiçbir şeyi sevmedik inan senin kadar
Söyle bize ey hayat var mı böyle aşk?
Durursa burada dursun kalbim Beşiktaş
Hepinize iyi hafta sonları sevgili Denge okurları…
ÖNEMLİ NOT: Bu sayfalarda yayınlanan okur yorumları okuyucuların kendilerine ait görüşlerdir.