Öncelikle belirtmeliyim ki Aydın’da Aydınlıların gurur duyacağı bir seyahat acentesi var: Belinaytur. Zaten aldığı ödüllerle de kişiliğini kanıtlamış bir seyahat firması.
İşte biz Belinaytur seyahat acentesi vasıtasıyla Söke Kadınlar Konseyi Başkanı ve üyeleriyle birlikte Midilli gezisine katıldık.
Midilli, bir Yunan Adası. 12 Adalar olarak isimlendirilen adalar topluluğunun Girit’ten sonra gelen en büyük adası. Diğer adaların aksine, Midilli'de çok güzel içimli su kaynakları var ve suyu leziz. Bu nedenle Yunanistan’daki en büyük uzo fabrikası buraya kurulmuş. Bizim Tekirdağ örneği gibi.
Bize bu gezide rehberlik yapan Sayın Zeki Önen, Ayvalık Halk Eğitimi Merkezinde öğretmen kendisi. İngilizce ve Rumca dersleri veriyor.
Engin tarih bilgisi, güzel Türkçesi, esprili anlatımıyla gezimize renk kattı ve bizi Midilli hakkında bilgilendirdi.
Midilli, yeşil bir ada. Zeytin ağaçları, kavak ve çam ağaçlarıyla dolu. Merkez nüfus, 34 bin adanın tamam nüfusu 95 bin. Buna karşın adada 115 bin motosiklet var. Tüm ulaşım bunlarla yapılıyor. Adada bir hayli kilise var. Bunlardan biri Osmanlı döneminden kalan camilerden dönüştürülmüş. Camilerin minarelerini kırıp ufak tadilatlarla kiliseye dönüştürmüşler.
Osmanlı’dan bir tek Yeni Cami isimli cami kalmış onun da minaresi kırık, kendisi dökülüyor. Orada konuştuğumuz esnaf, “5 yıl öncesine kadar burası çöplüktü; Türk turistler gelmeye başlayınca burası temizlendi” dediler.
Midilli’de halk koloniler halinde yaşıyor. Bir semtin diğer semtle pek ilişkisi yok. Bu arada şunu söylemek isterim; “Yunanistan battı falan” diyorlar tümüyle yalan. Esnaf dükkanını sabah 9.00 da açıyor 14.00’tekapatıyor. Öğleden sonra tüm alışveriş merkezleri kapalı. Siesta, Fiesta derken saat 22.00’de sokağa çıkıyorlar önce yemek, sonra eğlence sabahlara dek sürüyor.
Midilli’de her ne kadar silmeye çalışsalar da Osmanlı’nın izleri halen belirgin bir şekilde duruyor. İlk Osmanlı Bankası, eski Osmanlı Çarşısı, Yeni Camii, Osmanlı Hamamı gibi.
İlk durağımız Ayiasos (Ayasos) Köyü oluyor. Ayasos Köyü, bizim Şirince’nin adeta ikizi gibi. Burada tahta oyma, mobilya, seramik ve dantel işleri sergilenen şirin ve güzel çarşısı var. Burada da Meryem Ana Kilisesi var. Ayrıca yıllarca bir ağacın kovuğunda yaşayan ünlü Ressam Theofilos’un Theofilos Müzesi de var.
Seramikleri ve yoğurdu ile ünlü Mandamodos’da Ortadoks alemi için çok özel bir yeri olan Başmelek Taksiarhis Manastır Kilisesi, Hristiyanlar için çok önemliymiş. Buraya gelerek dua, dilek ve adaklarını sunuyorlar.
Manastırın avlusunda ballı yoğurt ve yöreye özgü lokma satıyorlar. Gideceklere mutlaka tatmalarını öneririm.
Molivas Köyü, Barbaros Hayrettin Paşa’nın köyü Oruç, Hızır (Barbaros) ve İlyas kardeşler bu köyde yaşamışlar. Onların hikayesi uzun. Bir başka yazı konusu olabilir.
Yolda giderken karşımıza sık sık duvarlara yazılan KKE amblemleri çıkıyor. Araştırınca bunun Yunanistan Komünist Partisi’nin amblemi olduğunu Komismos-Kominitis-Ellada kelimelerinden oluştuğu ve burada bir köyün tamamının bu partiden oluştuğunu, bu köyde başka partiye bir tek oy çıktığını onu da köyün papazının verdiğinden şüphelendiklerini öğreniyoruz. Petra mahallinde meşhur Kavala Kurabiyesi ile badem ezmesine doyum olmuyor. Ayrıca burada 114 basamaklı kayalıkların üstünde bulunan Panagia Glikofilousas Kilisesi var. Kilisenin bahçesinde meşhur dondurmalarını ikram ediyorlar. Asansör olmadığı ve 114 basamağa da gücüm yetmeyeceğinden gidemedim.
Burada bir izlenimimi aktarmak istiyorum. Rumlar çayı bilmiyorlar.
Çay satan kahveleri yok. Bir tek İngiliz Mahallesi dedikleri yerde çayı gördüm o da Lipton’un sallama çayıydı.
Bu arada benim hararetle beklediğim an geldi. Midilli’de Barbayanni Uzo fabrikasını geziyor. Uzo nasıl yapılıyor öğreniyorum. Tadım masasında yapılan uzolardan tadıyoruz. Aramızda bazıları bu tadım işini abarttılar.
Bu arada bir gözlemimi belirtmeden geçemeyeceğim. Fabrikada en ekstra bir litrelik uzolar 14 euro. Free Shop’tan Türkiye’de imal edilen Efe Yaş Üzüm rakısı aldım 13 euro. Yani 46 TL. Aynı rakı Migros’ta 94.50 TL’ye satılıyor. Bu insafsızlıktır, vicdansızlıktır, bu vatandaşına bir devletin saygısızlığıdır. Akhisar’da yapılan İzmir’de kurulan Efe Rakı, tüm dünya vatandaşlarına 13 euroya satılırken Türk vatandaşlarına, yani bize, 94.50 TL’ye satılması olur mu? İnşallah bu paralarla imam ve hoca maaşları ödüyorlardır. Hep beraber cehennemde buluşuruz.
Adanın en büyük sorunu bizdeki gibi Suriyeli göçmen sorunu. Adanın kıyılarında yüzlerce terk edilmiş lastik botlar duruyor.
Kos Adası’nda Hipokrat uyansa, insanlık için ettiği yemini yüzümüze vursa ki her gün bebek cesetleri sahillerimize vururken, diktatörlükten, faşizmden, açlıktan ve işsizlikten kaçanlar gözlerimizin önünde boğulup giderken… Yazıyoruz, ağlıyoruz, kahroluyoruz.
Peki, elimizden gelen nedir? Bilmiyoruz. Ada’da konuştuğumuz yetkililer Türk Sahil Güvenlik güçlerinin geçişleri önlemediğini, adeta teşvik ettiğini ima ettiler ne kadar doğrudur, onu bilemem.
Ege’deki drama mutlaka Birleşmiş Milletler ve Nato el koymalıdır, Yoksa bu dram, yeni ölümler küçük Aylan’ların kıyıya vurmalarıyla devam edecektir.
Göçmen sorununda anlayamadığım, çözemediğim unsurlar da var. Niye bu insanlar aynı dinden, aynı ırktan oldukları Arap ülkelerine gitmiyorlar da dilini, dinini, ırkını bilmedikleri Avrupa’yı tercih ediyorlar?
Bu konu herhalde araştırmacıları, psikologları ilgilendiriyor olmalı… Bir başka gezi notlarında buluşmak üzere hepinize iyi hafta sonları değerli Denge okurları.
Yazarın Notu: Kardeşim Cem Ulucan'a ömür boyu sürecek mutluluklar diliyorum.
ÖNEMLİ NOT: Bu sayfalarda yayınlanan okur yorumları okuyucuların kendilerine ait görüşlerdir.