Gerek iktidar gerekse muhalefet sözcülerinin ağzında bir devrim sözü sakız gibi çiğneniyor.
Günümüz koşullarında, Türkiye’de “Milli” bir “Devrim” den söz etmek, bir ağız alışkanlığı olmalıdır. Milli olmayan devrim mi olurmuş? Olursa da doğrudan “Karşı- Devrim” kategorisinde değerlendirilmesi gerekir.
Milli yani “Ulusal devrim”ler, çok uluslu devrimler olasılığı ortaya çıktığı zaman, birlikte devrim yerine, her ulusun kendi devrimini kendisinin yapması gerekir. Bunu söylemek için ne derin düşünür ne de büyük usta olmaya gerek yok.
Birkaç ulusun birlikte “Devrim Koşulları”na girdikleri dönemlerin de, sanki bir rastlantıdır. 50-60 yıllık aralıklarla olduğunu görüyoruz: 1770- 80’ler, 1840-50’ler, 1905-20’ler, 1945-50’ler ve 2010-20’ler. Demek ki şimdilerde bir “Devrim Süreci”nin tam ortasında bulunmaktayız. Ancak, içinde bulunduğumuz dönemde, “Devrim”lerden önemli dersler çıkarmış olan “Karşı devrimler” yapmaktalar. Irak, Somali, Gürcistan, Libya, Ukrayna ve Suriye’de olanların ne “Milli” ya da ulusal, ne de “Devrim” diye tanımlamanın olanağımı var?
Geçerken belirtilmesinde yarar var, PKK’ya ya da HDP’nin de “Ulusalcılıkla” ilgisi olmadığı gibi devrimcilikle de uzaktan yakından ilgisi yoktur. Onların “Demokratik” diye adlandırdıkları ne varsa onları da “Karşı- Devrim” öğeleri arasında saymak gerekir. “Sınıf Savaşı”na gelince, sınıfların ortaya çıktıkları dönemden itibaren, insanların iradeleri dışında, içinde yaşadıkları üretim biçiminin bir sonucu olarak vardır.
Zaten sınıflar arasında barışçıl bir çözüm de yoktur. Barışçıl diye adlandırılan dönemler uzlaşı dönemleridir.
Burjuva demokrasileri de bu uzlaşma dönemlerinden bir tanesidir.
Yani “Demokrasi” ideal bir yönetim biçimi olmayıp, barışçıl çözümlerin de üretilebildiği bir ara dönemdir.
Demokrasinin bir araç olduğunu söyleyenlerin de bu ülkede yaşadığını unutmayalım.
Bu kişilerin bir “Düşünür” olduğundan değil, nutuk atarken ideolojisinin baskısı altında bilinçaltındaki kimi düşüncelerin böylesine ağzından kaçmış olduğunu da anımsayalım.
Sosyalist demokrasi ise, burjuva demokrasisinden “Bir adım önde” bir gömlek ileriye ve burjuva demokrasisine göre çok daha barışçıl bir dönem olup, onun da “İdealize” edilmemesi gerekmektedir.
Çünkü bu tür kavramlar “Ülkü “eştirilirse, insanlık durabilir. Gelişme olmaz.
“Son durak” ya da biten zaman denilmiş olur ki o zaman insan olmanın anlamı kalmaz.
“Savaş” bu sınıf savaşı dışında bir de uluslararasında söz konusu olabilir. Bir ulusun bir başka ulusla savaşı…
Uluslararasındaki savaşlar da artık kaba “Fetih” ve “Toprak” savaşları aşamasını geçmiş bulunmaktadır.
Emperyalizmin bugün ki aşamasında, ülke içinden “Eş bakan” türü, emperyalist ajanlar (memurlar demek istiyorum) atanarak çözümler üretilmektedir.
Ne kadar “Eş başkan” varsa, o kadar da emperyalizmin ajanı yani memuru vardır. Ve bu konular ne denli tartışılırsa yine de azdır.
Ne ki “Laf ebeliği” türünden değil ama temellendirilmiş olmak koşuluyla tartışılmasında yarar vardır.
O zaman “Sınıf Savaş’larının” göreceli olarak şiddetlendiği dönemlerden de söz edilmelidir.
Sınıf savaşlarının “Şiddetlenmesi” hem çalışanların örgütlenerek “Pastadan daha fazla pay” istemeleri ya da emeklerinin karşılığını istemeleriyle de olabilir.
Kapitalistlerin daha fazla kazanma güdüleriyle emekçilerin haklarını “Kısıtlama” yoluna yönetmeleriyle de olabilir.
Bu sonuncu durum, genellikle uluslararası kapitalizm yani emperyalizmin baskısıyla gündeme gelir.
Ve devrim, bu sınıf savaşının en şiddetli olduğu dönemde, burjuva demokrasisine son verip sosyalist demokrasiye geçmenin adı olup, başkaca bir tanımı yoktur.
Ne var ki bugün Türkiye’de haydi sosyalist devrime diye politika yapılmaya bilinir.
Ama bu işin “Kuram’ı” nedir denirse işte burada anlatılanlardır.
Ancak, Türkiye’de sosyalist devrim yerine Kemalist devrimin tamamlanması deniyorsa, bunda eleştirilecek bir yan aramak, bence abesle iştigaldir.
Eğer Mustafa Kemal’in yurttaşlık başta olmak üzere: cumhuriyetçilik, ulusalcılık, halkçılık, laiklik, devletçilik ve devrimcilik ilkeleri “Hakkıyla” yaşama geçirilecek olursa, illa da “Sosyalist devrim” diye diretmenin bir anlamı yoktur.
Yeter ki, şu sözde “ATATÜRKÇÜLER” Atamız kuru üzüm hoşafı severdi diye sızlanıp durmasınlar…
Hepinize iyi hafta sonları sevgili Denge okurları.
Yazarın notu: 1958 yılında birlikte okuduğumuz sınıf arkadaşım Eczacı Olgun Portakal’ı kaybettiğimizi üzülerek öğrendim. Arkadaşıma rahmetler dilerken kederli ailesine başsağlığı ve sabırlar diliyorum.
ÖNEMLİ NOT: Bu sayfalarda yayınlanan okur yorumları okuyucuların kendilerine ait görüşlerdir.