Yukarıdaki sözleri Bosnalı küçük bir çocuk Sırpların Bosna’da soykırım uyguladığında annesine soruyordu. Bu soru yıllardan beri belleğimin başköşesinde asılı duruyor. Zaman zaman aklıma geldikçe uykularımı kaçırıyor.
Türkiye’de son 11 ayda 17 patlama yüzlerce ölü, en son Atatürk Havalimanı saldırısı...
Her gün artık sayısını unuttuğumuz şehit haberleri...
Şöyle düşünelim. Bir yakınınızı kaybettiniz diyelim. Sevdiğiniz bir insanı. Önceden belirlenmiş bir kutlamanız var. Kutlamayı gerçekleştirir misiniz? Sanmıyorum. Eğer bir mecburiyetiniz varsa, belki sessiz sakin, patırtısız bir “bir arkadaş toplantısı” düzenlersiniz. Gürültüsüz, patırtısız yapmanız gerekenleri yapar, ağırlamanız gerekenleri ağırlar ve ardından ağlarsınız.
Köprü açılışında gördüğüm neşeli yüzler, koca gülümsemeler, atılan konfetiler ve esen bayram havasını görünce...
Çok yakınını kaybettiğini söyleyen bir adama kendi hayatındaki güzel gelişmeleri anlatan insanları hatırladım.
Veya cenazede evinin üst katında bile bile parti yapan gençleri...
Büyük kayıplardan sonra birkaç kişinin nasıl davranacağını bilmemesi, acıları içselleştirmediği, kayıpları normalleştirdiğini gösteriyor. Tüm dünya görünmeyen bir bağla birbirine bağlanmış binlerce kilometre uzaktaki insanlar bile geçenlerde Atatürk Havalimanı’nda gerçekleşen saldırı sonucu hayatını kaybedenleri anarken, biz köprü açılışında konfeti attık. Acı, felaket ve kayıp karşısında ne yapacağımızı uzun zamandır bilemiyoruz. Her seferinde “Muhakeme becerimiz hangi ara kayboldu” diye soruyoruz. Elim bir kayıp karşısında hayatımızı durdurmayacağız elbette. İşimizi, gücümüzü, kendimize belirli bir çerçeve çizerek günlük yaşamımızı sürdüreceğiz. Köprüleri de açacağız. Hayata devam etmemek o çok söylenen klasik “Terörün amacına ulaşması” cümlesine katkıda bulunmak olurdu. Fakat hayata devem ederken, köprüleri açarken o çerçeveleri, sınırları nasıl çizeceğimizi artık bilemiyoruz. Temel insani konularla ilgili problemlerimiz var. Saldırıdan sadece bir kaç saat sonra bir havaalanı ve o travma ile ertesi gün masalarının başlarına dönmek zorunda bırakılan insanlar...
Olağan işleyişin sürmemesi için bir sebep görmemiş kimse.
Acılar büyük felaketler normalleşmiş. Hemen hızla nefes almadan hayatımıza geri dönmemiz beklenmiş. Ölen ölür kalan sağlar bizimdir misali olan oldu yapacak birşey yok denilmiş. İçte bunun benzeri bir mantık çerçevesinde köprü açılmış, konfeti atılmış, pek çok kişi de bunu garipsememiş.
Köprüde göbek atanlar, selfie çekme yarışına girenler bir yana, otuz iki diş sırıtanlar bir durup “Yahu bu ülkede çok kısa süre önce katliam gibi bir saldırı yaşandı ve 47 kişi canından oldu” dememiş.
Empati yoksunluğu ve kayıpları hafife almak, salgın hastalık gibi, her kesimde, her yerde görülüyor ve önü alınmazsa kontrolsüzce yayılıyor.
Mantığın işleyişi değişiyor böylece, gerçekten ölümü algılayamaz hale geliyorsunuz. Hatırlayacaksınız “Gezi zamanı” Facebook’ta yaralanma ve ölümlere yönelik hassas, insani paylaşımlarda bulunan genç kızlarımız sadece iki gün içinde “Düğünde hunharca göbek atak geline” dönüştüler. Sınırı nerde bunun? Bir sınırı var illa ki var. Bu sınırı ben çizmiyorum. “Toplumsal sağduyu” denilen bir kavram çiziyor. Ve o kavramın içinde ölenin arkasından kendi düğünün de olsa hunharca göbek atmak, köprü açılışında ağzındaki otuz iki dişle birlikte küçük dilini göstererek sırıtmak, konfetiler eşliğinde, bayram havası estirerek açılış yapmak galiba yok.
Felaketler sıradanlaştırıldığında, olağanlaştırıldığında, herkes kendi hayatını hiç bir şey olmamış gibi ısrarla devam ettirdiğinde, öyle bir gün gelir ki buna en çok karşı çıkan bile o rüzgara kapılır. Hatta kapıldığının farkında bile olmaz. Bilinçaltına yavaş yavaş oya gibi işlenir o “normallik”. Sonra bir gün bir bakmışsınız, İstanbul’un en büyük havaalanında bir saldırı gerçekleşmiş 47 kişi öldü demişler, çocuklar öldü demişler...
Ama sizin ağzınızdan şöyle bir cümle “Ay turistler kaçacak, turizm mahvolacak” olmuş.
İşte o an tüm insanlığınızı yitirdiğiniz andır.
Hepinize iyi hafta sonları sevgili Denge okurları.
ÖNEMLİ NOT: Bu sayfalarda yayınlanan okur yorumları okuyucuların kendilerine ait görüşlerdir.