Takip Et
  • 20 Temmuz 2018, Cuma

İRİ, DİRİ VE BİR OLMAK...

Terör örgütlerine katılan militanların sosyal medya paylaşımları dikkatinizi çekti mi? Altı aylık bebeklerin ağır silahlarla çekilmiş fotoğrafını ''dünyanın en küçük mücahidi'' diye seviyorlar. Hiçbir şey ölüm kadar anlamlı değil onlara. Şehit gideceklerine kesin gözle baktıklarından cesetler mis gibi kokuyor burunlarına. Annelerini silahların üzerinde cennete götüreceklerini söylüyorlar.

Allah adına can alma yetkisini sahiplenmişler. Silahları adeta sıratı geçirecek Buraklara dönüşmüş. Manzara karşısında duygu yelpazenizden öfkeyi, korkuyu, acımayı seçmek kolay. Türkiye bazı kaynaklara göre beş bin evladını bu noktaya getiren hatalarıyla hesaplaşmak zorunda. Bu rakam diğer terör örgütlerindeki Türklerle beraber kim bilir kaça çıkıyor?

Bizler cihadı nefis terbiyesi olarak göremediğimiz var oluşun hikmetine odaklanmak yerine nefret pekiştiren ucuz hamasetle beslendiğimiz için çocuklarımızı bu batağa kendi ellerimizle itmiş olduk. Hatalarımız saymakla bitmez. Evrendeki doğal çeşitliliği korumaktansa ötekileri de bize benzemeye zorladık. Kendi çarpık algısını İslam diye etiketleyerek dini, siyasi emellerine araç yapanlara karşı duramadık. Devlet diniyle uyuşan zihinlerimiz, hükümetlerin İslam maskesi takmış gruplara yaptığı silah ve istihbarat desteğine seyirci kaldı. Önce bölgenin sonra dünyanın hakimi olma sevdamız bizi şeytanın müttefiki yaptı.

Müslüman falan değildik biz. Doğduğumuz gibi ilkel kalmıştık çünkü. İlahi mesaj kendimizi yeniden doğurmamızı istiyordu oysa. Ölmeden evvel ölebilseydik, bir sulh odası oluşabilirdi çevremizde. Fakat bu sağlam reçeteyi ''dünyadan el etek çekmek, yaşama sevincini dışlamak '' diye çevirerek yanılttılar bizi. Halbuki nimetlerin asıl tadı onlara esir olmadığımızda çıkabiliyordu. Egoyu zapt etme becerimizin bizi neşelerin en tükenmezine kavuşturacağını öğrenemedik. Allah güzelliklerini ya aramadık ya da bulduğumuz yerde çamura buladık. Kalpler saflaşıp hikmetle tanışmadıkça taklit edeceğimiz örneklerin sahtesiyle hakikisini ayıramazdık. Ezberci kafalarımız menkıbeleri bile putlaştırdı. Aleladeliğimizin farkına varamadık.

Kılınan namazlar, tutulan oruçlar, verilen zekatlar, Kabe tavafları, şemsiyenin üzerinden dökülen damlalar gibiydi. Yağmurlarla ıslanamadık. Allah'tan hiçbir zaman razı olmamıştık. Bu yüzden '' Allah rızası için'' tabiri eylemlerimize kılıf olabilmiş, hatalarımıza yaratıcıyı ortak etmemiz kolaylaşmıştı. ''İslam birliği'' gibi boyumuzu aşan tehlikeli hedeflere kilitlenmiştik. Deli danalara benzeyen nefis kendi sefilliğine en uygun ideolojiyi seçecekti elbette. Hepsinin de yeterince şakşakçısı vardı. Kimse tercihlerinden kuşku duymadı. Bunların en vahimi mezhepçilikti. Tarih boyunca Allah’a yakınlaştırmak şöyle dursun, ondan uzaklaştırmaktan başka bir marifet sergileyememişti. Gözler çapakla dolunca bunu görmek zorlaşıyordu tabii. Bu haldeyken başkalarına temizlik dersi vermekle başlayıp göz çıkarmaya kadar varan hadsizliklere kapılanıldı. Kirli savaşların parçası olduk. İslam bugün terörle birlikte anılıyorsa, çevrelerine nefret dalgaları yayanlar başta olmak üzere hepimiz kabahatliyiz.

Yangında kurtarılacak en değerli eşyamızdı ''nefis''. Bu arsız evladı eğitmeliydik. İşe onu banyoya sokup kirlerinden arındırmakla başlayabilirdik. Kese de yetmez, kaşağı kullanmamız gerekirdi. Obezliğiyle ilgilenmemiz, biraz zayıflatıp hafifletmemiz şarttı. Ayaklarını yere vurarak ''Bana ne, bana ne, istiyorum işte o toprakları, o koltukları, o alkışları '' diye huysuzlandığında odasına göndermeliydik. Elindeki çekici, keskiyi ve zımparayı sadece kendisi için kullananlar o taşlaşmış kütlenin içindeki meleği özgürlüğüne kavuşturabilirlerdi. Hayat boyu sürecek bu işlem, terör tehdidi altındaki dünyaya en büyük katkı olurdu. Yollarını şaşıranlardan bir kişi bile heykelsi duruluğumuzdan etkilenip soru sormaya başlasa borcumuzu ödemiş sayılırdık. Geç kaldık ama zararın neresinden dönersek kardır. İnsanları kötülükten men edip iyiliğe yönlendirmenin sağlam metodu bu. Dünyaya nizam veremeyiz ama kendimizden bir baş yapıt çıkarabiliriz.

Bizi ne Şiilik kurtaracak , ne de Sünnilik. Kürt, Arap veya Türk olmanın da bir getirisi yok. Haritalar, silahlar, sahneler ve aktörler hep değişti ve dünyanın son gününe dek değişmeye devam edecek. Ruh ise içimize üflendiği andan beri bölünmez bütünlüğüyle yaşıyor. Ona erişebiliyor muyuz, işte bütün mesele bu...

Hepinize iyi hafta sonları sevgili Denge okurları.

ÖNEMLİ NOT: Bu sayfalarda yayınlanan okur yorumları okuyucuların kendilerine ait görüşlerdir.