Geçen hafta magazin basını Halil Sezai’nin dedesi yaşındaki adamı acımasızca dövmesiyle çalkalandı.
Şarkıcı Halil Sezai ile ilgili olayın adli boyutuyla ilgili değilim. Olay adliyeye intikal etmiş zaten… İnsani boyutu beni ilgilendiriyor. Halil Sezai 67 yaşındaki kalp hastası Hüseyin Meriç’i dövüyor. Öyle bir hırslanmış ki, elinde bir odun parçası, yanında ızbandut gibi iki korumasıyla önce yaşlı adamın bahçesine giriyor, bahçede bulunan büyük boy aynaya odunla defalarca vuruyor fakat tesadüf ayna kırılmıyor. Kırılsa belki daha vahim olaylar meydana gelecek… Memleketin şarkıcısı böyle olursa mafyaya ne demeli? Dikkat ederseniz sanatçı demiyorum. Halil Sezai’nin Vandallığını, hırboluğunu izlerken gerçek sanatçılarımızdan Zeki Müren, Ruhi Su, Yaşar Özel, Mustafa Sağyaşar, Abdullah Yüce ve Bozkır’ın tezenesi Neşet Ertaş geliyor gözlerimin önüne. Yüksek okullarda okumamış, seçkin ailelerde yetişmemiş birisiyle Neşet Ertaş Kırşehir’in gariban çocukları arasından sivrilmişti. Sadece sanatı değil, kişiliğiyle de tüm Türkiye’yi kendisine hayran bırakmıştı. Nesiller boyu söylenecek türkülere ve hiç unutulmayacak bir tevazua sahipti.
Bir yandan yaşlı adama kafa atan, yumruklayan, tekme atan Halil Sezai, diğer yanda konsere çıkmadan “parasız abdalların” derdine düşen Neşet Usta…
Sahneye “Ayağınızın türabı, gönüllerinizin hızmatcısıyım” diye çıkardı, eğer sahnede ceketini çıkaracak olsa bile seyircisinden izin isterdi. “Müsaadenizle ceketimi çıkarabilir miyim” derdi. Halil Sezai gibilerine bakınca, yukarıda isimlerini saydığım sanatçılarımızın hatıraları önünde saygıyla eğiliyorum.
Halil Sezai öncelikle sanatçı değil şarkıcı! Birkaç şarkısının tutulması onu zorba yapmazdı ama oldu. O yüzden adını kaybetti “Zorba Sezai” oldu. 67 yaşındaki komşusunu tekme tokat dövmeyi erkeklik sayan Halil Sezai denen bu zorbaya arka çıkanlar utansın. Olay mahallinde bu insafsız saldırıyı seyreden “iki sırık” ve meseleye siyasi boyut kazandırmak isteyenlere gelince. Silahı delil saymaya gerek yok gerçekleri öldürenler de katildir.
Bir zorbanın kendisine tanınan ölçüde saygılı olduğu görülmüş değildir. Onlara “sanatçı muamelesi” yapmak gerçek sanatçılara ebedi bir hakarettir. Hele korkmadığınızı görürlerse yandınız demektir. “Bu zorbalara kansızdır” dersem beni dövemeye gelirler. Ben de “zorbaların yarısı kansız değildir” diyorum.
İnsanlar en çok hayal ettikleri gerçeklerin içinde saklanırlar. O yüzden hayvanlarda olmadığı varsayılan Allah korkusu böyle insanlarda da yoktur. İyi insan olmak o kadar zor değil ama böylelerinin insan olduğundan bile haberi yoktur.
67 yaşında bir insan parkta, otobüste boş yer kalmasa kalkıp yerimizi vereceğimiz insan. Eli temiz olanlar o yaşlı insanların elinden tutuyor, yüreği kirli olanlar tekme tokat girişiyor. Yeni moda erkeklik böyle mi?
Zorba Sezai tekme tokat saldırırken o yaşlı insan hayatından ümidini kesmiş. Kelime-i Şahadet getiriyordu. Sadece öylece duruyordu. “Seninle vuruşacak takatim yok” derken Zorba Sezai vurdukça vuruyordu. Ne zarif sanatçılarımız vardı bizim. İnsanlık için gerektiğinde kendilerini yakarlardı. Sonraki yıllarda sanat adı altında sistemi yönlendirenler bütün güzel resimleri ateşe verdiler.
Teknoloji arsız bir misafir gibi evlere girdikten sonra, adına şarkıcı ya da oyuncu denen züppeler, zorbalar içindekileri dışarı çıkardı. Böyle adamların şarkı söylemesi bile zoruna gidiyor insanın!
Bakın kendini nasıl savunuyor Halil Sezai: “Elimdeki odun şaka amaçlıydı. Müştekinin evine geldiğimizde 4 villanın ortak bahçesine geçtik. Ancak konutun içine girmedik. Ben o sırada onunla masalarda sohbetimizdeki şakalaşmalardan esinlenerek bahçeden odun almak istedim. Amacım bununla müştekiye “odun mu olalım, yoksa çiçek gibi mi olalım, aramız nasıl olsun” diye takılmaktı. Espri amaçlıydı.
Bu ifadeyi okuyunca önceki hafta yazdığım “Kıvılcım Anı” başlıklı yazım aklıma geldi. Orada zirvede olanların bir kıvılcım anıyla nasıl tepetaklak olduklarını anlatıyordum.
Halil Sezai Amerikalı yazar Malcolm Glodwell’in, yazdığı 2002 yılında yayınlanan Kıvılcım anı’nı (Tipping Point) okusaydı veya benim önceki haftaki yazımı şayet görebilseydi. Kıvılcım anı’nın bir insana nelere mal olabileceğini görür, bu işlere kalkışmazdı.
Hepinize iyi hafta sonları değerli Denge okurları.
ÖNEMLİ NOT: Bu sayfalarda yayınlanan okur yorumları okuyucuların kendilerine ait görüşlerdir.