Çok değil 15-20 yıl öncesine kadar kuruyemiş ve tombala, yılbaşı gecelerinin vazgeçilmez ikilisiydi. Yılbaşında ve bayramlarda el öperdik, ya bir çikolata ya da mendil içinde harçlık olurdu armağanımız.Kuru incir içine ceviz koy vaşington portakalı soyardık, yerli malını her Türk kullanmalı diyerek. Berberlerde Hayat, Akbaba dergileri okunur, kayışlarda çelik usturalar bilenirdi. Evlerde ise nacet ve job baş tacımızdı. Çiztak, çiztak müzikleri daha moda olmamıştı. Sakız çiğner, topaç çevirirdik sokaklarda… Sokak, mahalle mi kaldı şimdi? Koskoca balina küçücük gömlek yakalarına nasıl girerdi anlayamazdık. Fırıncı Ali Kiriş’ten alınan kül ve kovaya dolan yağmur suyuyla yıkanan çamaşırın masmavi öküz başı çivitle nasıl bembeyaz oluşunun sihrini çözemezdik ve ne hikmetse tahta tokaçla temizlenen çamaşırlar cırrtt diye yırtılıvermezdi. Koca sandık gibi Siera radyoyu dinler, ufkumuzu açardık.
Türkiye’de 67 il vardı düne kadar. Zonguldak’ta noktayı koyardık. Kadınlar altın günleri olmadan birbirlerine giderlerdi. El işleri ve örgüler örülürken, ince belli bardaklardan çaylar içilirdi. Yemek, yer sofralarında yenir, komşu, arkadaş ve dostlar sade dilde değil yürekte de vardı. Sıcak yaz akşamlarında aile açık hava sinemalarına gidilirdi. İnsanlar, o zamanlar daha mı az yorgundu? Otobüslerde büyüklere yer verildi. Bafra, Yeni Harman ve Şanver şarap, delikanlılığa ilk merhabaydı. Likör müydü o ufacık bardaklarda ikram edilen, ya içi fıstıklı akide şekerleri nerede şimdi?
Yenice sigarasının ara kağıdında yapılırdı aylık hesaplar. Kahve, yüz gram öğütülmeden alınırdı. Evde el değirmeniyle öğütülürdü. Kırk para, yüz para ve bir lira vardı değerli… Kış günlerinde sucuklar, reçeller yapılır, turşular basılırdı.
Ezanı hoparlörden dinlemez, sevdiklerimize faks çekmez, sms atmazdık. Çocuklar toprağı saksıda değil, bahçede tanır, oyun bile oynarlardı. Çevre örgütleri yoktu ama güzel bir çevremiz vardı.
10 Kasımlarda gazeteler siyah başlıklarla çıkar, fabrikalar, trenler, sirenlerini çalardı. Ana yurt, çelik ağlarla örülür, Ankara’yı ziyaret edenler, Anıtkabir’e götürülürdü. Yabancı dilleri belki bilmezdik ama Türkçeyi iyi yazar ve iyi konuşurduk. Kendimizi güzel ifade ederdik. Kucak kucak çiçekler toplardık kırlardan Anneler Günü’nde. Mustafa Kemallerimiz İsmet Paşalarımız vardı, milletvekilleri milletin vekilleriydi.
Yeni bir dünya kurulacak, biz de o dünyada yerimizi alacaktık, buna inanırdık, inanmıştık.
Zira, ”bin atlı akınlarda çocuklar kadar şendik, bin atlı o gün dev gibi bir orduyu yendik” geleceği geçmişten koparmadan kuracağımızı sanırdık. Çok değil daha düne kadar yaşadığımız binlerce düş ve gerçek vardı. Dilimizden “çocuktum, ufacıktım, top oynadım, acıktım ve Türk’üm özüm soyum uludur, yolum Türk’ün yoludur” dizeleri düşmezdi. Düşler ve inandığımız gerçekler ne oldu bilemem, yalnız 2014’te bir avuç değerlerimiz belki kaldı, belki de onlar da yok olma aşamasında…. Kendi değimleriyle, yaşı kemale eren insanların geçmişi olan özlemlerini yıllar geçtikçe daha iyi anlıyorum. Yaşamın eskiden daha zevkli daha kolay olduğunu düşünüyorlar. Aslına bakarsanız her dönem insanı için bu düşünce geçerlidir. Geçen günler öncekinden daha iyi değildir. Belki uzak olan şeylere daha çok hasret duyulduğundan böyle düşünüyor olabilirim. Eskiden her şeyin tadı bir başkaymış. İlişkiler, sevgiler, gülüşler, şarkılar, hayvanlar, bitkiler, doğa, kalite, insan ve her şey… Hepsi daha anlamlı, daha sade ve daha gerçekmiş. Doğallık günümüzde gittikçe yerini sahteliğe terk ediyor. Tüm insanlar artık aynı amaç uğruna yaşıyorlar. Sahip olmak istedikleri maddi değerler uğruna…
İnsan olmak ve bunun verdiği özelliğin ayrıcalığını farkını irdelemek, hissederek yaşamak, önemini kaybediyor. Bir avuç toprak için onlar, bir avuç petrol için yüzler; bir avuç hırs için binlerce insan gözünü kırpmadan feda edilebiliyor. Kimin umrunda sevgi, kimin umrunda şanlı tarih, gelenek, kimin umrunda güzelim ormanlar, fevkalade doğa? Nefret, para, söz sahibi olma tutkusu almış yürümüş. İsyankar ruhlar çoğalıyor. Herkes kendi başına buyruk… Bir toplum madden ve manen gelişmek, dünyada söz hakkına sahip olmak istiyorsa bazı gelenek, örf ve adetler değişmemelidir. Milli mücadele tarihimiz, özümüz korundukça toplum tarafından benimsendikçe her şey daha güzel, eskisi gibi daha anlamlı ve daha bütün daha güzel olabilir.
Yazımızı küçüklere bir yeni yıl şiiri ile noktalayalım:
Yılın ilk ayı Ocak
Kar yağar kucak kucak
İkinci ay Şubattır
Soğuğu pek berbattır
Mart kapıdan baktırır
Kazma kürek yaktırır
Nisanda çiçekler açar
Sevinçle kuşlar uçar
Mayısta kiraz yeriz
Kuzuları severiz
Haziranda yaz başlar
Dağılır arkadaşlar
Şiirin ikinci altı ayını yılsonunda yazarız. Hepinize sağlıklı, mutlu, başarılarla dolu yeni bir yıl diliyorum sevgili Denge okurları.
ÖNEMLİ NOT: Bu sayfalarda yayınlanan okur yorumları okuyucuların kendilerine ait görüşlerdir.