Takip Et
  • 14 Aralık 2018, Cuma

NE ARA BU KADAR ZALİMLEŞTİK!

Soyadı kanunu yeni çıkmış herkes nüfus memurluklarında sırada ünlü şairimiz Nazım Hikmet de sırada bekliyor. Herkes aklındaki soyadını söylüyor. Türkkan, Dağkan, Demirkan, sıra Nazım ustaya gelince o da Ran soyadını almak istediğini söyler. Memur sorar Ran’ın manası nedir? diye; o da yanıtlar, “Manası yok, bu kadar kanın içinde bir de Ran bulunsun istedim”. Gazetelerin üçüncü sayfalarını açtığımda hep yukarıdaki diyaloğu hatırlarım. Bilmem sizinde dikkatinizi çekiyor mu? Gazetelerin 3. sayfalarında kan damlıyor. Ölüm, cinayet, trafik kazaları, insan ölümleri, hayvanlara yapılan eziyetler, kadınlara erkeklerin gösterdiği vahşet..

Adam kadını bıçaklıyor (Darp), balkondan aşağıya atıyor (Darp), bakıyor aşağıya kadın ölmemiş üzerine tuğla atıyor (Öldürmeye teşebbüs ve darp) ve hakim adamı serbest bırakıyor iyi mi? Git yarım bıraktığı işi bitir dercesine. Küçük bir kedi yavrusu küçücük yaşında vicdanını yitirmiş bir çocuğu ellerindeki umut parçasına geliyor. Sevgisini gösteriyor ve iki ayağının üzerine kalkıyor. “İçinde bir damla canlı sevgin varsa bana bir bak” diyor. Her şeye aç olduğu ortada. O çocuk küçük yaşında hayvanları eziyet etmeyi öğrenmiş ve o yavru kediye tekmeyi basıyor. Ayakkabısı yavru kediden büyük. O kadar hınçlı ve sinirli atıyor ki tekmeyi, sanki uzaya mekik yolluyor. O minicik kedinin yaşadığı acının zerresini hissetmesi mümkün değil. “Sana kim öğretti bu kadar zalim olmayı?” diye sorsak nafile. Okla köpek vuran, bir köpeğin dört ayağını kesen büyükler ona yeterince ilham vermiş.

Geçenlerde güneşli bir sonbahar günü Davutlar Sevgi Plajındaki banklardan birinde oturuyorum, yanıma yaşlı bir bey geldi. “Yorulmuşsunuz galiba” dedi. Bende yaşlılıktan dem vurunca, “Siz benden küçüksünüz, ben 84 yaşındayım” dedi. Siyaseti ve siyasetten konuşmayı sevmediğim için havanın güzelliğini sohbete özne yapmak istedim.

“Hayatın insanlara bahşettiklerini insanlar kendileri vahşetle yok ederken havaların güzel olması neyi değiştirir?” dedi. Güzel havada karamsar mesaj! İçi dolu cümleleri oldum olası sevmişimdir! Parkta oynayan çocukları işaret ederek, “Çocukları çok mu seviyorsunuz? dedi. “Ne yazık ki o çocukları sevme hakkımız bile elimizden alındı” diye yanıtladım. “Ben uzaktan seviyorum” dedi. Yapraklarını terk etmiş ağaçları gösterdi. “O yapraklar baharda yeniden canlanacak. Çocuklarda bir gün korkularından kurtulacak belki”. Gülümsedim. Gerçekleri hatırlatma sırası bana gelmişti. Kapısının önünde oturan kız çocuğunu taciz edip serbest bırakılan sapıklardan haberdar ettim onu. “Bunlara hak ettiği cezayı vermeyen hakimler oldukça bu sapıklar piyasaya hakim olacaklar!” dedim. İsyana ortak bir imza attık.

Hayatın içinde iyi bir gözlemciydi. Bir küfür ve şiddet “Çukur’unda” çocukların beslenme çantasına ekmek arası zorbalık bulaştıran televizyon dizilerinden söz ettik. “Hatırlar mısın?” dedi, “Para için patronuyla yatan anne konulu diziler vardı. Toplumun zehirlenmesine nasıl da yardım ve yataklık ettiler”. “Hatırlamaz mıyım” dedim. “Ben televizyonları uyuşturucu torbacılarından farksız buluyorum zaten!”

Artık temiz Türkçe’nin konuşulmadı televizyon dizilerine inat aynı dili konuşuyorduk. Kurdun kuzuya şehveti bitmişti de erkeklerin kadın katliamlarına şehveti asla bitmeyecekti! Hukukun üstünlüğü alçakların karşısında yelkenleri suya indirirken bizim isyan bayrağını çekmemiz neye yarardı!

Kadın katliamlarının sonu gelmezken erkek törelerine biraz daha kanlı törenler gerekiyordu galiba! Dayanamayıp sordum. “Siz kimsiniz?”, “Emekli öğretmenim” dedi. Kağıtların aklığı vardı yüzünde, yıldızların parlaklığı… Söylediklerinizi yazabilir miyim? Dedim. “Yaz” dedi. “Bizim gibi insanların ölüm terbiyesini de yaz! Kimsesizliğe emanet olduğumuzu da!” Bu yazıyı o öğretmen için yazdım. Çocukluğumun karatahtasına beyaz tebeşirle! Onun, benim öğrencileri okusun yeter!

Yazımı yine gazetelerin üçüncü sayfasından bir haberi alıntılayarak bitirmek istiyorum:

Sokak köpeği ağzında getirdiği bebek cesedini kahvehanenin önünde bıraktı. “Alın” dedi. “Eserinize gururla bakın! Ölüsüne bile sahip çıkamadığınız bebeklerinize bakın”.

Ve o bebeğin cesedini bırakıp giderken okuyabilenler için bir not bıraktı. “Bize hayvan diyorsunuz da siz nesiniz?”

Hepinize iyi hafta sonları sevgili Denge okurları. 

ÖNEMLİ NOT: Bu sayfalarda yayınlanan okur yorumları okuyucuların kendilerine ait görüşlerdir.