Tüm mevsimler arasında belki de en romantik olanı ve en çok bekleneni sonbahardır. Sonbaharla özdeşleşmiş filmler romantizm kokar. Toprak tonları, kahverengiler etrafımızı sarar. Bu romantizmin yanında, ani hava değişimleri de mevsim gerçeği olarak hayatımızı etkilemeye başlar. Yaz bitiyor; kuşlar göçüyor, bir yandan hasat yapılıp bağlar bozulurken diğer yandan yeni tohumlar toprakla buluşuyor, çiçekler değişiyor, kelebekler azalıyor, ağaçlar yaprak döküyor… Bugünlerde etrafta olup bitenleri hüzünle izliyoruz.
Güneş yavaş yavaş etkisini yitirmeye başladı ama ışığı hala bizimle, artık bizimle birlikte olmayanlar da var. Mevsim döndü ve tüm canlılar hayatın idamesi için hummalı bir hazırlık içinde. Örneğin, baharda gelen leylekler yavruladı, onları belli bir aşamaya getirdi ve yavrularını yanlarına alarak yine üstümüzden geçip Afrika'nın yolunu tuttu. Bir dahaki sefere ‘leyleği havada gördüğünüzde’ bahar gelmiş olacak.
Çiçekler de bugünlerde sessiz sedasız hayatımızdan çıkıp gidenlerden. Renkleri solsa da tohumları bir sonraki yılın hazırlıklarına başladı bile. Çiçekler giderde onların eşlikçisi kelebekler durur mu? Halen aramızda dolaşanlar var ama onların da sayısı azalıyor.
Ve tabii ağaçlar… Bahardan bu yana hakim olan yeşilin egemenliği yavaş yavaş kırılıyor. Önce sarıdan kızıla en renkli ve en güzel halleriyle dalları süsleyecek, sonra dökülüp toprağa besleyecek yapraklar…
Yani doğanın mesajı açık; hazırlanın, kış geliyor. Yerli ve yabancı turistler el ayak çekmiş, onların gürültülü su sporu cihazları, yüksek müzikli tekneleri, sesleri birbirine karışan eğlenceleri de… Şapırdata şapırdata puro içen abiler ortalıkta ‘aşğııım’ diye dolaşan ördek dudaklı ablalar çoktan büyük kentlere göç etmiş. Yılın bu döneminde tatil yapanlar nedense bana daha kalender ve zevk sahibi geliyor. Gece çıkmak için Cuma - Cumartesi curcunasını değil, Çarşamba ya da Pazar akşamlarını tercih eden doymuş, sindirmiş insanlar gibi.
Hoş geldin sarı yaz… Kimi Eylül’de başlatıyor kimi Ekim’de. O yüzden tarihlerini bir kenara bırakalım, tarifinden başlayalım sarı yazın. Zaten artık hangisi tam ne zaman, mevsimler de kaydı. Sonbaharla birlikte Güney Ege'de yaşanan olağan bir alışılmış durum bu… Sıcaklar makul seviyelere iniyor; gündüz şort, akşam uzun kollu giyiliyor, deniz sakin ve çarşaf gibi, öğle saatinde denize girilebiliyor, gece klimaya ihtiyaç duyulmadan uyunabiliyor.
Denizler bile ayrı bir lokum. Hava Haziran'daki gibi sıcak olmadığı için ne dışarıda darlanıyorsunuz ne denize girdiğinizde henüz ısınmamış suyla ürperiyorsunuz. Ama asıl fark insanlarda. Yerli ve yabancı turistler ayak çekmiş oluyor, onların gürültülü, yüksek müzikli tekneleri de… Koylar motor yağından, kıyılar (beach’ler) güneş yağından arınıyor.
Hiçbir yerde kalabalık, kuyruk acele yok. Garsonlar bile daha sakin ve telaşsız.
Yemekler, sunumlar daha özenli; en güzel odalar da yer var ve daha ucuz. Görmek\ görülmek için değil; deniz, kum, güneşin tadını çıkarmak isteyenler çoğunlukta.
Ağzında göstere göstere puro tüttürenler ortalıklarda ‘aşğııım’ diye dolaşan ördek dudaklı ablalar çoktan büyük kentlere göç etmiş. En aile işletmelerinde bile çocuklu insan o kadar az ki
Çoğunluk, okullar açıldı diye şehre dönmek zorunda olmayan, çoluğu çocuğu büyütüp eleğini asmış üst- orta yaşlılar ya da henüz çocukları olmayan insanlar…
Nedense bana daha zevk sahibi olarak görülüyorlar. Gece çıkmak için Cuma- Cumartesi curcunasını değil, Çarşamba ya da Pazar akşamlarını tercih eden doymuş, sindirmiş insanlar gibi…
Bilmem bu ayda doğduğum için mi, Eylül ayı en sevdiğim aydır. Yazımı ünlü şairimiz Cemal Süreya'nın sevdiğim ‘Eylül’ dü’ şiiri ile tamamlıyorum.
EYLÜL’ DÜ
Eylül’dü.
Dalından kopan yaprakların
Sararan yanlarına yazdım adını
Sahte bir gülüşten ibarettin oysa.
Ve hiç bilmedin ellerimin soğuğunu
Eylül’dü
Di’li geçmiş bir zamandı
Yaşadığımız
Adımlarımızın kısalığı bundandı
Bundandı gözlerimin durgunluğu.
Sarı sıcak cümlelerde sözün
Kadar yalan,
Ellerin kadar ıssız,
Sen kadar zamansız molalar
Veriyordum
Ve çocuksu bir bencillikti hüznümüz.
Eylül’dü.
İzlerini çizdiği zaman ansızın gidişin,
Şimdi yoktu bi anlamı suskunluğun.
Çırılçıplak kalakaldım sessizliğin orta yerinde
Sonra sesime yankı vermeyen
Uçurumlar kıyısında yürüdüm bir zaman
En çok sesini aradım.
Gözlerinse asılı bıraktığın
Yerdeydiler hala.
Gözlerini sildi zaman…
Dedim ya… Eylül’dü.
Savruluşu bundandı
Kimsesizliğimizin.
Hepinize iyi hafta sonları değerli Denge okurları
ÖNEMLİ NOT: Bu sayfalarda yayınlanan okur yorumları okuyucuların kendilerine ait görüşlerdir.