Bundan sanırım 25 yıl önceydi. Erbeyli İncir Araştırma Enstitüsü Müdürü’nün odasında konuşuyorduk. Aramızda bulunan Zirai Donatım Kurumu Müdürü, kurumunun başarılarından bahsederken odada bulunan Erzurum Atatürk Üniversitesi Ziraat Fakültesi Profesörü şöyle dedi; "Bir ülkede zincirin halkaları kopmuşsa o iyi, bu kötü diyemeyiz, düzen bozulmuştur ve bu bozukluk her yere sirayet eder.”
Konya’da profesörün, doçentin boğazını kestiği cinayeti duyunca aklıma bir başka profesörün yukarıdaki sözleri aklıma geldi. Bu vakayı incelediğinizde yeni Türkiye’nin net bir fotoğrafını görüyorsunuz.
Bu yeni Türkiye’de üniversite öğretim üyeleri bir zırcahil. Olayın ayrıntılarını okuduğunuzda bu kadar da olmaz diyorsunuz. Ama olmuş işte!
Bir profesör, bir doçentin boğazını aynı kadına duyulan aşk (??) nedeniyle kesiyor. Sonra kurbanı odasına kilitliyor, anahtarı da kampüse gömüyor.
Ceset 2 gün sonra bulunabiliyor. Bu arada katil profesör emeklilik dilekçesini veriyor. Mühendislik Fakültesi dekanı olan eşi ise rapor alıp üniversiteden uzaklaşıyor. (Belli ki ceset bulunmadan önce durumdan haberdar olmuş.) İddialara göre profesör cinayetten sonra evine gitmiş ve karısı adamı kanlı kıyafetiyle görmüş.
Daha sonra yapılan soruşturmalarda ortaya ilginç ayrıntılar çıkıyor. Cinayete neden olan sekreter katil profesörün eşinin dekan olduğu bölümün sekreteriymiş. İki hafta önce oradan uzaklaştırılmış, turizm bölümüne gönderilmiş. Giderken, sekreter hanım, dekan hanımdan helallik istemiş. Almış mı almamış mı bilemiyorum.
Cinayeti işleyen profesörün olayla ilgili son yorumu ise, “Ne yapalım, hayırlısı böyleymiş!”
Yok. İnsan cidden kafayı yer bu ülkede. Bu insanlar nasıl profesör olmuşlar falan diye düşünmeyin hiç, balataları sıyırtırsınız.
Elbette dünyanın başka ülkelerinde de katil profesörler vardır, olmuştur ama onlar herhalde cinayeti daha entelektüel tarzlarda işlemişlerdir ve herhalde cinayetin nedeni aşk değildir.
Akıl alır şey değil. Olay sanki bir üniversitede, öğretim üyeleri arasında geçmiyor da, din ve çevre baskısı sonucu delirmiş çaresiz zırcahil insanlar arasında geçiyor!
Gırtlak kesmek ne demektir?
Kıskançlık yüzünden cinayet işlemek ne demektir?
Yıllarca akademik kariyer yapmakla uğraşmış bir insan duygularını biraz olsun denetlemeyi nasıl öğrenemez, kendisine bir derinlik katmayı nasıl beceremez?
Adam öldürüp, hemen akabinde emeklilik işlemlerini düşünecek kadar vicdansız olmak nasıl bir şeydir?
Cesedi kilitleyip anahtarı toprağa gömmek ne tür bir kafayı kuma gömme durumudur?
Bir insanın boğazını kestikten sonra “Hayırlısı böyleymiş” deyip dini çıkarımlarda bulunmak ne cins bir bilim adamı (!) tavrıdır?
Olayın neresinden tutsanız elinizde kalıyor, ama ortaya çıkan tablo net. Bir ülkede çürüme ve yozlaşma aynı zamanda kalitesizleşme varsa, hiçbir kurum bu salgından kendini kurtaramıyor. Ne üniversiteler ne tıp camiası, ne bilim kurumları, hiçbiri.
Profesör İlber Ortaylı’nın dediği gibi, “Bu kadar cehalet ancak tahsil ile mümkün olabiliyor.”
Bu cehaletin yıllar boyu eğitim ile (!) sağlandığı sayılı ülkelerden biriyiz. Belki de birincisiyiz.
Burada bu vesile ile bir başka profesörümüzün incilerinden de bahsetmek istiyorum.
GATA’da çalışan profesör M. Kemal Irmak, şizofreniye yeni bir yaklaşım getirmiş. Din ve Sağlık adlı bilimsel dergide yayınlanan makalesinde Sayın Profesör; “Cinler gözle görülemeyen ama tüm dinlerde var olan insan vücudunu kontrol etme gücü olduğu düşünülen varlıklardır. Cin çarpması sonucu psikotik bozukluk olarak değerlendirilen bazı tuhaf davranışlar ortaya çıkabilir” vs diyor.
Sayın Profesör GATA Yüksek Bilim Konseyi üyesiymiş aynı zamanda!
O diyorsa doğrudur yani. Biz de ülkemize ve ülke insanımıza neler oluyor diye hayıflanıyorduk.
Ve ülkeyi de, ülke insanını da cinler çarpmış da bizim ruhumuz duymamış!
Hepinize iyi hafta sonları sevgili Denge okurları...
ÖNEMLİ NOT: Bu sayfalarda yayınlanan okur yorumları okuyucuların kendilerine ait görüşlerdir.