Takip Et
  • 10 Ekim 2014, Cuma

Bayramın ardından

Tam yılını anımsamıyorum. 3-5 yıl önceydi. Televizyonlarda bir reklam kuşağı dönmeye başladı. Kent Şekerleri firmasının bayramda yayınladığı, fonda Aydın Zeybeği ve harmandalı oyun havası bulunan promosyon reklamı tüm Türkiye’yi şoke etti ve Türk halkını ağlattı. Aslında bu reklam filmi tüm Türkiye’yi suçüstü yakaladı. Bayramı evden kaçarak bir yerlerde tatil yapmak sananların yüzüne kırbaç gibi şakladı. Çoğu kimse bu reklam filmi televizyonlarda yayınlanırken, zaping yapma ihtiyacı hissetti ve reklamı baştan sona izleyemedi. Neydi bu reklam? Niçin Türk halkını bu kadar sarmıştı? Bayram sabahı en güzel giysilerini özenle giyip çocuklarının ve torunlarının yolunu gözlemeye başlayan bir yaşlı çiftin nafile bekleyişini hikaye ediyordu. Bu reklam filmi.

Yaşlı çift filmin finalinde akşam olup ta davulcular dışında kapıyı çalan olmayınca hazırladıkları şeker yığınları önünde gözyaşı döküyorlar. Dışarıda yağan yağmur ise onlara eşlik ediyor. Yaşlı çiftin ağır ve hüzünlü durumu suratımıza kamçı gibi şaklıyor.

Çoğu kimse fonda Aydın Zeybeği ve harmandalı oyun havası çalarken, yaşlı adamın ağlamaklı yüzünü ve onu teselli etmeye çalışan eşinin gayretlerini görünce dayanamadı ve kanal değiştirmek zorunda kaldı. Aslında ben o anne ve babayı bir çok değerin yozlaşmaya başladığı toplumumuzda bir simge olarak görüyorum. Yüreği korku ile titreyen yalnızca kuşlar uçup gittikten sonra yuvalarında yapayalnız kalan ya da kapısında ambulansların nöbet tuttuğu huzurevlerinde ölümü bekleyen yaşlılar değil.

 

Küçük kızının artık erkeklere alıcı gözle bakmaya başladığını, kendisine eskisi kadar şımarmadığını fark eden babalar, oğlunu ayrı tatil yapma, ayrı olma isteklerini ilk duyduğundan bu yana yüreğine kor düşen anneler; çocuklarının çoktandır eve gelir gelmez odasına çekildiğini fark eden bütün ebeveynler yağmurlu bir bayram günü pencerenin önünde gözyaşı döken o yaşlı çiftin dramını seyrederken aslında kendi geleceklerinden korku içinde acı, acı yutkunuyor. İlk gülücülüğünü gördüğümüz andan, kocaman bir insan oluşuna kadar koca bir hayat serüvenini birlikte yaşadığımız, sevinçlerini, üzüntülerini, coşkularını bütün benliğimizde paylaştığımız bir varlığın, bir gün kaçınılmaz bir biçimde bizden ayrı bir hayat yaşayacağını günlük hayat dediğimiz o güzel günleri artık onunla paylaşmayacağımızı dolayısıyla birbirimizle yabancılaşabileceğimizi kabul edebilir miyiz?

Bayramlar, en çok çocukları ve yaşlıları sevindiriyor. Çocuk dünyasında bayram harçlık ve şekerle eşdeğerde tutulurken, yaşlılar için bayramın çok daha büyük bir anlamı var. Onlar için bayram bütün sevdiklerinin bir araya toplandığı uzun zamandır göremediği torunlarını sevme imkanı bulduğu ve artık mazide kalan geleneksel Türk aile yapısının kısa sürede hatırlanması olsa da onları yeniden yalnızlıklarıyla baş başa bırakıyor. İşte o yaşlılar ya huzurevlerinde ya da çocukların bile uğramadığı yalnızlık hapishanelerinde ziyaretçi bekliyor. Tam yirmi senedir. Ayşe Teyze de onlardan sadece birisi.

İki oğlu, bir de kızı vardır. Hadi canım sende. Böylesine evlat mı denir? İki oğlan ve birde kız doğurmuş Ayşe Teyze ama onun çocuğu yok. O hala var zannediyor. Yirmi sene önce yağmurlu soğuk kış akşamı huzurevinin kapısına terk edip gitmişler analarını… İstanbul’da bir yerlerde yaşadıklarını biliyor. “Madem İstanbul’da yaşıyorlar neden beni buradan çıkarmıyorlar” diye sorabiliyor yirmi sene sonra hala kendi kendine. Ana yüreği işte, inanmak istemiyor. Her bayram yeniden umutlanıyor Ayşe Teyze. 39 bayramdır gelmediler elini öpmeye, bu bayram belki…

Yine gelmiyorlar. Halbuki üstünden çıkarmadığı pamuklu geceliğini atmış başucundaki çelik dolapta “Bayram için” sakladığı basma entariyi giymişti bu sabah. Yatak komşusu rahmetli Emina hanımın ördüğü kırmızı beyazlı hırkayı da geçirmişti sırtına. Hani torunları da getirirlerse… Vardır. Vardır. Torunları olmuştur. Kocaman olmuşlardır bile artık. Bayramın birinci günü gelen giden olmaz. "Kızım üşeniyormuş, oğlumun da eşi istemiyor. Torunlarda tanımazlar ki ninelerini…” diye dert yanar dostlarına, çocuklarına bahane bulur, ümidini ikinci güne saklar. İkinci gün de gelen olmaz. Daha sonraları da…

Göbeğine sis çöken huzurevi bahçesinde, çıplak çınarların altında soğuk banka oturur, oturur. İçinin ürpermesi rutubetten midir, yüreğindeki hüzünden mi artık bilemez. O akşam yemeği boğazında düğümlenir. Her bayramın sonunda olduğu gibi. İzmir Köftesi soğur, ekmek içini sosa banıp dişsiz damağında ezerken, ağlamamaya çalışır. İstemez öbürleri görsün ağırına gittiğini. Dizi seyretmeyi canı çekmez bu akşam. Odasına çıkar, yatağına oturur, sarımtırak başucu dolabının bir türlü yerine oturmayan çekmecesinden bir çizgili dosya kağıdıyla kalem çıkarır, bir mektup yazar çocuklarına dizlerinin üzerinde.

Bayramlarını kutlar, tek tek. Önce büyük oğlanla gelinin varsa çocuklarının. Sonra kızıyla damadın, küçük oğlanla hayırsız karısının. Onlara huzurevinde ki tekdüze hayatından haberler verir. Ama dizinde ki ağrıları affedersiniz küçük ihtiyacını giderirken yanma yaptığını saklar. Bayram günü keyiflerini kaçırmanın ne alemi var?

Cümlenin orta yerinde sitem ettiğini fark eder. Hazır kimse yokken ağlar. Biraz kendi kendine.

“Evlatlarım sizleri çok özledim. Bari iyi olduğunuzu bilsem, bir haber gönderseniz. Neyse siz iyi olun da, Allahım’a şükürler olsun. Benim için üzülmeyin… Gözlerinizden öperim” diye bitirir. Anneniz Ayşe diye yazar en altına. Çocuklarına yazdığı kırkıncı bayram mektubunu sararmış diğerlerinin üstüne koyar.Adreslerini bilmez ki göndersin. Artık soyunmaya mecali kalmamıştır. Yatağına uzanır yüzünü duvara doğru döner, ellerini dizlerinin arasına sıkıştırır Allah’ına sitem eder biraz. Bir Rabbiyesir okur mırıldanarak. İki damla gözyaşı akar yastık yüzüne. Yumar gözlerini Ayşe Teyze… Bir daha ki bayrama şurada ne kaldı ki?

Neden dudağınızda küçük bir tebessümle hem kendi yaşlılarınızın, hem de yakınlarının unuttuğu yaşlıların bayramlarını kutlayıp, yalnızlıklarına kısa bir süre içinde olsa ortak olmuyorsunuz veya olmuyoruz?

Hepinize iyi hafta sonları sevgili Denge okurları. 

ÖNEMLİ NOT: Bu sayfalarda yayınlanan okur yorumları okuyucuların kendilerine ait görüşlerdir.