Youtube’da Ahmet Kaya’yı dinliyorum;
‘’Bir ormanda tutup onu bağladılar ağaca
Yumdu sanki uyur gibi gözlerini usulca
Bir soğuk yel eser üşür ölüm, ölüm bile
…..
Gelip kondu bir güvercin ellerine o gece
Kırmızı bir çelenk oldu bileğinde kelepçe
Bir soğuk yel eser üşür ölüm, ölüm bile
Anlatır akan kanı beyaz sesiyle
Yoksulluğun onlarca görünümü vardır. En sık karşımıza çıkan ise istatistikler ve rakamlardır, Dünya yüzeyince şu kadar yoksul var, bunlar genellikle, soğuk, insan üzerinde çok fazla etkisi olmayan soyut saptamalardır. Bana göre yoksulluğun en çarpıcı görünümü, dışa vurumu ise yoksul çocuklar…
Afrika çocuk Politikaları Forumu raporlarına göre 60 milyon çocuk yeterli gıda alamıyor. Ve her yıl yayınladıkları raporlara göre bu rakamlar daha da artıyor.
Korona virüs ile başlayan karantina günlerinde ise durum gittikçe kötüleşiyor. Ve her gün 10 bin çocuk açlıktan ölüyor.
Diğer yandan ise trilyonlarca dolar silahlara gidiyor. Örneğin komşumuz Yunanistan iflas etmiş durumda borçlarını 2060 yılına kadar ödeyemeyeceğini söylemesine karşın Fransa’dan savaş uçakları alıyor. Almanya’dan silahlar sipariş ediyor.
Güvenlik gerekçesiyle harcanan paraların yüzde biri dahi açlıkla savaşan insanlara yardım amacıyla gönderilmiş olsaydı belki çocuklar ölmezdi. Savaşların esiri olmuş büyükler… Ya çocuklar? Şehirleri yerle bir eden bombaların altında…
Ve küçük bir umudun kıyısında yaşamaya çalışıyor, ya da büyümeye…
Yoksul çocuklar ara sokakların en sadık müdavimleridir. Yoksul çocuklar her başları sıkıştığında ara sokaklara koşarlar. Ara sokaklarda kaybolurlar, görünmez olurlar. Efeler için dağlar neyse yoksul çocuklar için de ara sokaklar da odur. Ferman padişahın ise ara sokaklar çocuklarındır.
Onları sabahları erken kalktığınızda çöp bidonlarının içini boşaltırken görür, göz ucuyla bakıp geçersiniz, büyükler kandırıyor kendinden küçüklerini… Yalanlarla büyüyor, büyütülüyor, aldatılıyor biliyor muyuz? …
Kurşun yağdırıyorlar, evleri yakıp yıkıyorlar, sokaklarında koşamadığı, karların yağmadığı şehirlerin ortasında yağmurlarla ıslanmayan bir gökyüzünün altında. Aya bakıp yıldızlara yalvarıp uğradığı tüm ihanetlere ağlıyor çocuklar.
Hiç unutamıyorum Filistinli bir çocuğun annesine söylediklerini: ‘’Anne çocukları küçük kurşunlarla öldürürler değil mi?’’
Belki, beyaz bir kuş uçar da bütün çocukları alıp da götürür eski çağlara doğru…
Savaşların şahidi oldukça büyümekten nefret eden çocuklar büyüdüklerinde nasıl sevecek ki kendinden daha büyüklerini… Okul yok, öğretmen yok, tahta, tebeşir yok ve en önemlisi ekmek yok…
Yurdumuzda birde milyonlarca göçmen çocuğu var, onların gelecek yıllarda çıkardıkları sorunları göğüsleyebilecek miyiz?
Günün herhangi bir saatinde trafik sıkıştığında hemen arabanızın yanı başında biterler. Ya bir sakız ya da bir mendil satmaya çalışıyorlardır. Israrlıdırlar, ne yapacağınızı şaşırırsınız. Bazen uzatmamak için alır, bazen başınızı çevirip yüzüne bakmamaya çalışır bazen de ısrarına sinirlenir kızarsınız. Onlar yoksul çocuklarıdır. O denli yoksul, o denli çaresiz görünümdedirler ki sizi adeta onlar kadar yoksul olmadığınız için utandırırlar. Anımsadığım hiç unutamadığım bir olay İzmir-Alsancak’ta ışıklarda başıma geldi. Mendil satmaya çalışan on yaşlarında bir kız çocuğu çok ısrar edince istemeyerek tersledim. Geriye çekilip bana öyle bir bakış fırlattı ki kelimenin tam anlamıyla kanım dondu. O bakışta öfke, o bakışta kin, o bakışta ben sana her şeyi yaparım feryadı vardı. Anladım ki yoksulluğun üzerinde durmadığımız, dillendirmediğimiz, belki de dillendirmekten korktuğumuz bir başka sonuç var; yoksulluk vahşileştirerek özgürleştiriliyor. Yoksulların bu özgürlüğünden korktuğumuz için her geçen gün kendi özgürlüklerimizden vazgeçip kendimize korunaklı hapishaneler inşa ediyoruz. Yüksek duvarlarla çevrili, önünde özel güvenlik görevlilerinin beklediği sitelerimiz, kilit üzerine kilit taktığımız evlerimiz, alarm sistemlerimizle ev dediğimiz hapishanelerimizi daha korunaklı hale getirmeye çalışıyoruz.
Zengin şehirlerin arka sokaklarında hayatı her geçen gün zorlaşarak yaşayan çocuklar açlık oyunları oynuyor… Lüks içinde yaşayanlar ise sınırlandırılan rutini içinde bunalıma girip psikolojik sorunlar yaşıyor... Biri yoksulluktan, diğeri varlıktan krize giriyor. Oysa her gün bir yerlerde binlerce çocuk açlıktan ölüyor. Ve şehir radyolarında bir şarkı çalıyor. ‘’ Bir soğuk yel eser üşür ölüm, ölüm bile...’’
İşte bu nedenle yoksulluğun getirdiği özgürlükten korktuğumuz için mahallemize yoksul çocukların girmesinden rahatsız oluyor, çocuklarımızı yalnız parka dahi göndermeye korkuyoruz. Ellerinden çikolatası, oyuncağı, dondurması alınan çocuklarımız çaresizlik içerisinde ağlayarak yanımıza geldiğinde öfkeden çılgına dönüyoruz. Afrika ve dünyadaki açlığı: “Bu çıplak, gerçek, sessiz bir trajedi olarak kalmaya devam ediyor...’’ Diyen yetkililer boşa feryat ediyor. Çünkü, açlık sadece fakir insanların sorunu olarak görüldükçe bir şeyler düzelmeyecek gibi görünüyor...
Aşık Sefai’nin söylemiyle :
‘’Taptukla Mevlana Yunus’u söyle
Onlarda dünyayı devretti böyle
Aşık Hasretinden çok selam söyle
Kalbi sadık olan sağlara doğru
Uç turnam uç eski çağlara doğru’’
Hepinize iyi hafta sonları değerli Denge okurları.
ÖNEMLİ NOT: Bu sayfalarda yayınlanan okur yorumları okuyucuların kendilerine ait görüşlerdir.