Aşağıdaki metni internetten aldım birlikte okuyalım.
“Eskiden çember çevrilir, su musluktan içilirdi, ağaçlara tırmanılırdı, bebekler bezden, silahlar tahtadan, resimler kömür karasından yapılırdı. Kızlara ninelerin, erkeklere dedelerinin ismi konulurdu. Saatli maaarif okunurdu. Komşuda pişen bize, bizde pişen komşuya düşerdi. Geceler ayaz, sokaklar karanlık yıldızlar parlak olurdu. Turşu, salça, mantı evlerde yapılırdı, karpuzlar kuyularda soğutulurdu. Erik ağacının çiçeği pencere camımıza yaslanır, güz yaprakları bahçemize düşerdi. Kardan adam yapılır evlerde mangal veya soba yakılır kış gecelerinde güzel masallar anlatılırdı. Merdiven çıkılır aidat ödenmez yönetici seçilmezdi. Evler badanalı sokaklar lambasız mahalleler bekçili olurdu. Ajans radyodan dinlenir Tommiks Teksas okunur, defterlere kenar süsü yapılırdı. Hayat arkası yarın gibiydi kesintisizdi her gün yaşanacak bir şey vardı. Herkes kendi düşünü kurar, kendi hayatını oynardı. Şimdi herkes yoğun yorgun ve yapayalnız tek başına…"
Yukarıdaki satırlar beni eskilere, çocukluğuma götürdü. Bilgisayarımız, Playstationlarımız yoktu. Okula servis ile değil yürüyerek gidiyorduk. Kendimize ait odamız hiç olmadı. Markalı giyeceklerimiz ya da yiyeceklerimizde yoktu ama ceviz ağaçlarımız, güzel bahçelerimiz, bilyelerimiz, yoncalıklarımız ve hepsinden önemlisi sıkı dostluklarımız vardı. Koruyan, kollayan, eğiten, öğreten adab-ı muaşereti (Görgü kuralları) gösteren kol kanat gerip kimlik veren mahallemiz ve mahallelimiz vardı. Bu küçük dünya hiç değişmeyecek, biz hiç büyümeyecek ve orada sonsuza kadar güvenli yaşayacakmışız gibi gelirdi bize…
Sokak aralarında, gece yarılarına kadar saklambaç oynarken başımıza kötü bir şey gelecek hissi hiç duymazdık. Hiç yurtdışına çıkmamıştık. Yaz geldiğinde yapacağımız tatil programlarımız da yoktu. Ama Ali Dayımız Hatice Teyzemiz Bakkal Hasan Abimiz top oynayacağımız arsamız akşam üssü binlerce sığırcın kapladığı gökyüzümüz vardı. Tabii kuşlar da bizimdi. Hali vakti yerinde olanla, darlık çekenlerin birlikte yaşadığı bahçeli geniş avlulu cumbalı evlerimiz vardı. Acıların paylaşıp azaltıldığı sevinçlerin paylaşıp arttırıldığı kimsesizlere kanat gerildiği mekanlardı bizim için mahallemiz. Yaz mevsimine denk gelen o uzun Ramazan aylarında iftardan hemen sonra döküldüğümüz sokaklardan ancak sahurda davulun sesi ile girerdik evlerimize. Biz oyunlarda çocuklar gibi şendik.
Uçsuz bucaksız gibi gelen bahçelerde, boylarımızı aşan otların arasında özgürlüğün alabildiğince tadını çıkartarak koştururduk. Ali Dayının kara eriklerinin tadını bir daha hiçbir yerde bulamadık. Kömür kokulu, cumbalı evlerin ve arkalarında ki ucu bucağı olmayan bahçeleri belediyenin şuyulandırma adı altında katlettiğini çok sonradan öğrenecektik. Belediye bu mahalleyi şuyulandırmış toprakları değerli arsalar haline getirmiş ancak bütün yaşanmışlıkları da kazıyıp götürmüştü.
Bir yere ait olma, bir yerin esiri olma, bir yerin kültürel mirasını taşıma her şeyin darmadağın olduğu bir zamanda bir yere tutunmadır aslında mahalleli olma. Bugün karşı komşusunun bile acısından aç yatmışlığından neşesinden hiç bir şeyinden haberdar olmadığı site ya da şehir hayatı yaşıyoruz. Bu şehir hayatının kozmopolitliğinden kaynaklansa da aslında yaşadığımız yerlerde köklerimiz yok. Üç yıldır, beş yıldır yaşıyoruz o mekanlarda. Oysa mahallemiz öylemiydi? Babam, dedem, dedemin babası yüzyıllardır o mahallede bizim için değer üretmişler ve o toprakları vatan haline getirmişler. Toprak sadece uğuruna ölenler ile vatan haline gelmiyor. Bir mahalleyi ortaya çıkartmak için kaç on yıl orada yaşamışlar.
Belki çocuklarımıza evler, zenginlikler arabalar son teknoloji ürünler bırakacağız ancak onlara bizi biz yapan, en önemli değerlerimizden birini mahallemizi bırakamayacağız. Ne kadar acı…
Hayatımız o kadar hızlı değişiyor ki her gün bir devrim oluyor. Ama hep köksüz… Devrimlerin geleneği yok yüzyıllardan beslenmemiş ve bu yüzden köksüzler. Birkaç yılda bir hayatımızın bir yerinde devrimler olup duruyor ve her devrim bir başka değerimizi deviriyor. Onun için geleneklerimizden haberimiz yok bütün devrimciler gibi kaba sabayız. Şehirli olmak mahalleli olmak öyle kolay elde edilebilecek bir özellik değil. Şehirler yaşanmaz oluyorsa güvensizlik kapkaç terör almış başını gidiyorsa sebebi ve nedeni bu… Bizi koruyacak bir mahallemiz yok, şehirler geniş arsa ve ev yapılacak mekanlardan ibaret değil elbette. Onlar dedelerimizden aldığı tecrübe ve yaşanmışlığı ile çocuklarımıza ruhlarımızı taşıyor. Eskiden 30-40 bin nüfus ile değer üreten büyük şehirler varken, bugün milyonlarca kişinin yaşamasına rağmen hiçbir değer üretmeyen mega köylerimiz var.
Meğer biz çocuklarımıza oranla ne kadar çok zenginmişiz.
Hepinize iyi hafta sonraları Denge okurları…
***
NOT: Değerli kardeşlerim Hedef Gazetesi Yazı işleri Müdürü Atila Karpınar ile Aydın Gençlik Hizmetleri ve Spor İl Müdürü Zeynel Akın’ın annelerinin vefatını üzüntü ile öğrendim. Merhumelere rahmet dilerken, geride kalanlara sabır, metanet ve başsağlığı dilerim.
ÖNEMLİ NOT: Bu sayfalarda yayınlanan okur yorumları okuyucuların kendilerine ait görüşlerdir.