Hiç unutmuyorum soğuk bir kış günüydü. 12 Mart günü akşamı arkadaşlarla İstiklal Caddesi’ndeki Dünya Sinemasına gitmiştik. Sinema çıkışı her taraf bembeyazdı. Yağan kardan ortalık görünmüyordu. Gazete satıcıları bağırıyordu: “Ordu muhtıra verdi, Demirel gitti” diye. Sevincimizden arkadaşlarla Beyoğlu’nda uzuneşek oynadık, karlar da yattık, yuvarlandık. Ertesi günü CHP Genel Sekreteri Sayın Bülent Ecevit bir açıklama yapıyor ve diyor ki “Bu muhtıra iktidara değil bize verilmiştir. Bu nedenle görevimden istifa ediyorum” İşte benim Ecevit’e hayranlığım ve saygım o gün başladı. Bir Demirel Hükümeti düştü diye sevinirken o olayı başka türlü görüyor ve yorumluyordu. Zaman onu haklı çıkardı. Her zaman olduğu gibi…
Ecevit’in yapmayı çok istediği ve fakat gerçekleştirmeye zaman bulamadığı çok güzel bir projesi vardır. Köykentler…
Bu proje cumhuriyet tarihinde Köy Enstitüleri gibi kapsamlı bir kalkınma projesiydi.
Projenin amacı; kırsal, kentte ulaşmanın zor olduğu coğrafyalarda dağınık köyler için merkez köyler kurmaktır. Bu köyler arasında coğrafi olarak en uygun olanı pilot köy olarak seçip donatmak veya hiçbiri uygun değilse hepsine uygun yer ve mesafede bir köykent inşa etmekti.
Köykentlerde ortaokul, lise, öğrenci yurdu, sağlık merkezi, kütüphane, spor tesisi, tiyatro, sinema, üniversiteye hazırlık kursları olacaktı. Böylece köylerden köykente gelecek öğrenciler, bir kentte bulunan tüm olanaklara sahip olacak, kaliteli eğitim alacak ve üniversite yolları açılacaktı. Uzaklardan gelenler öğrenci yurtlarında kalabilecek, tarikatların-cemaatlerin eline düşmeyecekti.
Köykentler eğitim ve sağlıkla da sınırlı olmayacaktı. Köylerin ekonomik güçlerini de birleştirecekleri üretim ve ticaret merkezleri de kurulacaktı. Kooperatif yoluyla köylü ürününe sahip çıkabilecek, yeni yatırımlara girişebilecek, köylünün ürününü tarlada, ağaçta kapatan tefeci ve tüccarların elinden kurtulacaktı. Ürün tarladan sofraya aracısız gelebilecek, kalkınma köyden başlayacaktı.
Bu aynı zamanda hiçbir hazırlığa dayanmayan, köyden kentte gelip varoşlarda çoluk çocuk perişanlıktan başka bir sonuç vermeyen göç sorununu da belli bir plan ve programa bağlayabilecekti.
Bu projeye nedense hep Ecevit’in hayali olarak bakıldı. Sol-romantizm olarak görüldü, dudak büküldü, burun kıvrıldı.
Oysa hiç de hayali bir proje değildi. Uygulanabilseydi en az köy enstitüleri kadar yararlı sonuçlar doğuracak, köy çocuklarını okulla, bilimle, teknolojiyle tanıştıracak, kırsal kesimde kalkınmaya öncülük edecek bir projeydi.
Sanayi Devrimini ıskalamış bir ülke olarak Köykent Projesi Türkiye’yi yere çakan zincirlerden çok önce koparabilirdi. Bu proje sadece iki yerde gerçekleştirilebilirdi. Bolu’nun Taşkesti Köyünde ve Ordu’nun Mesudiye ilçesinin bir köyünde. Köykent projesi güzel bir projeydi. Türkiye için çözüm olabilirdi, hala da olabilir.
Bütün yukarıda ki satırları yazmamın nedeni Adana Aladağ’da can veren yavrularımızın toprağa verilme görüntüleri, can verişleri gibi yürek yakıcı görüntüleri oldu.
Daha önce aynı görüntüleri Konya’da yaşamıştık. Ensar vakfında yaşananlar da yüreğimizi kanatmıştı.
İnsanların bu kadar kolayca öldüğü bu ülkede Her şey sevgilerin öldürülmesinden sonra oldu.
İnsan sevgisi, hayvan sevgisi, canlı sevgisi olmayınca cana sevgi ve saygı da kalmadı.
Şimdi sadece kaybettiğimiz çocuklarımızın acılarına tahammül edebiliyoruz da birbirimize asla! Tahammül edemiyoruz.
Türkiye’de özellikle kadınlar ve kız çocukları hayatta kalmak için çabalıyorlar, ölmeden anlatamıyorlar dertlerini. Öldüklerinde de birkaç gün sonra unutuluyorlar.
Ki bunlar daha çocuk henüz sınavlara girmeden okulu bitirmeden, eve dönmeden, henüz aşık olmadan, henüz gelinlik giymeden birer avuç küle dönen küçük kızların, tutuşan saçlarından başka ışık yok mu bu ülkede…
Yangın etrafı sararken, o çocuklar kış ortasında bahar güneşi zannettiler belki. Önce gözlerine ulaştı gerçek sonra tenlerine. Ateşler tenlerine yaklaştıkça, can yakan çığlıklar duyuldu.
Kimileri pencerelere koştu, kimileri yangın merdivenine. Yangın merdiven kitliydi. Kim kitledi, niye kilitledi? Kilitlenecek o kadar gerçek varken neden yangın merdiveni kilitliydi?
Her öğretim yılında eğitim sisteminde değişiklik yapan küçük çocuklarımızı tarikat yurtlarına mecbur bırakan sorumluların sakın akılları kilitli olmasın?
Akıl kilitliyse şayet yangın merdivenin kilitli veya kilitsiz olması hiçbir şey ifade etmez. Türkiye’deki idarecilerin akılları kilit altına alınmış ne yazık ki!..
Hepinize iyi hafta sonları sevgili Denge okurları.
ÖNEMLİ NOT: Bu sayfalarda yayınlanan okur yorumları okuyucuların kendilerine ait görüşlerdir.