İnsanlar ekonomik sistemlere, onun üst yapısını oluşturan hukuk düzenine inanmamaya ve artık ihtiyatla bakmaya başladılar.
Hani en genelinden bir yaklaşım getirilirse “burjuva ahlakı” sorgulanır oldu. Bu sebepten kitleler müesses nizam temsilcileri yerine, her neviden “marjinallere” yönelmeye, sahip oldukları “oy gücüyle” siyasi iktidarları değiştirmeye başladılar. Şüphesiz insanlık yeni bir dünya arayışında kendi doğru mecrasını buluncaya kadar bir takım “yalpalamalardan” geçecektir. Bu anlamıyla Trump gibi, Berlusconi gibi ve daha benzeri gibi sıkıntılı tipler bazı karambol şanslar yakalayabilirler. Ancak onun gibilerin bir “geçiş kazası” oldukları kısa sürede anlaşılacaktır.
Günün sonunda dünya; adaletli, paylaşımcı, özgürlükleri gerçek anlamda sahiplenen, samimi bir düzene ulaşmaya giderek kilitleniyor. Hal böyle olunca “sosyalist değerler” tekrar toplumların gündemine gelmeye başladı. Şüphesiz otokratik yönetim maddelerinden arındırılmış, komünizmin hümanistik karakterini esas alan, özgürlükçü hedeflerden söz ediyoruz. Sosyalizmin tarihi, tabii ki Marx’la başlamadı.
Antik Yunan’dan başlayan serüvenin en önemli halkalarından biri de 600 yıl öncesinde Anadolu’da hemen yanı başımızda Karaburun ve Ortaklar’da yaşandı. Aydın büyükşehir yetkilileri bu konuya hiç sahip çıkmasalar da İzmir Büyükşehir Belediyesi Akdeniz Akademisi tarafından her yıl “Uluslararası Börklüce Mustafa Sempozyumu” düzenleniyor. Nazım Hikmet’in yazdığı destan sayesinde Şeyh Bedrettin ve onun yardımcıları Börklüce Mustafa ve Torlak Kemal’i hepimiz biliyoruz.
“Yar yanağından gayri” herşeyimiz ortaktır diyen Şeyh Bedrettin ve arkadaşları 1416 yılında Börlüceli Mustafa’nın önderliğinde başlattığı isyan günümüz insanlık taleplerine adeta ışık tutuyor. Son yıllarda Akdeniz’i sarsan, Tunus, Mısır, Yunanistan, İspanya, Irak, İran Suriye ve Türkiye (Gezi) olayları, şüphesiz Şeyh Bedrettin ve Börklüceli ruhundan da genetik olarak besleniyordu. Bir Türkmen alevisi olan Börklüceli Mustafa’nın 1415-1416 yıllarında etrafında topladığı köylüler, Rum denizciler, Yahudi tüccarlar ile birlikte fahiş vergilere ve din adına yapılan haksızlıklara başkaldırışı, paslanan kapitalist ahlaka karşı, tarihten günümüze adeta el uzatmaktadır. Sadece Karaburun değil, Aydın Ortaklar’da bu tarihi mirasa sahip çıkmalarıdır. Zira Ortaklar adını bu tarihi mirastan almıştır.
Aydın Büyükşehir yetkilileri bu mirasa sahip çıkarlarsa Şeyh Bedrettin, Torlak Kemal, Börklüceli Mustafa Ortaklar’a ve Aydın’a büyük tanıtım malzemesi olacak kanısındayım.
Özlediğimiz Anadolu insanının tekrar kendini bulması, bu neviden berrak nehirlerin hatırlanmasını çok gerekli kılıyor.
Şeyh Bedrettin ve arkadaşları Börklüceli ve Torlak Kemal gibi haksızlıklara çağımız sesiyle, sazıyla şiirleriyle karşı çıkan bir ozandan bahsetmek istiyorum. Mehmet Ruhi Su 1912 yılında Van’da doğdu. Küçük yaşta anne ve babasını kaybetti. Önce Adana öğretmen okulunu, ardından Ankara Musiki Muallim’e girmeyi başardı. 1942 yılında Hasanoğlan Köy Enstitüsü’nde müzik öğretmenliği yapar ve Cumhurbaşkanlığı Orkestrasında görev alır 1951 yılında devlet türkülerinden rahatsız olur. Komünist diye içeri atılır, çeşitli işkenceler görür. 5 yıl hapis yatar ama yılmaz. Cezaevinden çıktıktan sonra Ankara Radyosunda işe başlar ama işi kısa sürer aşağıdaki türkü nedeniyle kovulur.
“Serdar-ı halimiz böyle ne olacak?
Kısa çöp uzundan hakkını alacak
Mamurlar yıkılıp viran olacak
Akibet dağıtır elimiz bizim”
Devlet ve egemen sistem onu hiç rahat bırakmadı. Uzun süre işsiz kaldı. 16 Şubat 1969 yılında ABD 6. filosunu protesto eden gençlerin bir kısmını Taksim’de öldürülmesi üzerine;
“Bu meydan kanlı meydan
Ok fırladı çıktı yaydan
Kalkın ayağa kalkın
Biz şehirden siz köyden” mısralarını yazdı. Halkı isyana teşvikten yargılandı. Yılmadı;
“Benim Kabe’m insandır
Kuranda kurtaran da
İnsanoğlu insandır”.
1 Mayıs 1972 katliamında haykırdı;
“Sisli meydanda üç kız
Biri Çiğdem biri Nergis
Vurdular güpe gündüz
Sorarlar bir gün sorarlar”.
Ruhi Su çağımızın Şeyh Bedrettin’i idi. Haksızlığa isyan eden, şair, yazar ve bir ozandı. Kendisiyle çok güzel diyaloğumuz vardı. Çok rakılı gecelerde birlikte olduk. Söyleşilerde bulunduk. Bir gün Şişli’de yolda karşılaştık. Kemik kanseri olduğunu, yurtdışında tedavi alması gerektiğini ama devletin pasaport vermediğinden yakındı. 20 Eylül 1985 yılında öldü. “Ağaç demiş ki baltaya, sen beni kesemezdin ama ne yapayım ki sapın benden. Bak şu ağacın işine, bilincine sen…
“Ölen ben öldüren ben” Ruhi Su’yun türküleri ölümsüzdür. Anadolu’nun ortasında her an patlamaya hazır volkandır. Çünkü o Fırat’tır, Dicle’dir, Çoruh’tur. Çünkü Ruhi Su çeliktir ve çelik aldığı suyu unutmaz. Bir gün mutlaka hesap sorar.
“Sabahın bir sahibi var
Sorarlar bir gün sorarlar
Biter bir gün bu acılar
Sorarlar bir gün sorarlar”.
Soran, sorgulayan bir gençlikten, sorgulamayan, okumayan, bilmeyen, bilmediğini de bilmeyen bir gençliğe. Hepinize mutlu hafta sonları sevgili Denge okurları.
ÖNEMLİ NOT: Bu sayfalarda yayınlanan okur yorumları okuyucuların kendilerine ait görüşlerdir.