Takip Et
  • 17 Nisan 2020, Cuma

ÇOCUK GÖZLERİMLE GÖRDÜM…

İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Gazetecilik Yüksekokulunda okurken dil yeteneği derslerimize giren bir hocamız vardı. Tahsin Banguoğlu… Çok değişik renkli bir kişilikti. Öğrencilerine “Mollalar” diye hitap ederdi. Bakanlık, milletvekilliği, ilahiyat fakülteleri başkanlığı yapmış tanınmış bir dil bilimci, eğitimci ve siyasal kimliği olan bir kişilikti.

Bu sıkıntılı günlerde onun bir sözüyle yazıma başlamak istiyorum. “Haşa zulmetmez kuluna Hüdası, herkesin çektiği kendi cezası. Mollalar! Bu sözümü unutmayın bu söz benim değil, Kuran-ı Kerimdeki Nahl Suresi’nin 34. Ayetinin mealinden uyarlanmıştır.”

Çoğumuz evde oturmaya alışkın değiliz. Sosyal medyada dolaşan videolara bakılırsa, koronavirüs hayatımızdan çıktıktan sonra her birimiz şef ya da antrenör olacağız… Evde yapılacak şeyleri bitirdikçe kendimizi iyice teknolojiye verdik. Ben her sabah internette boş boş vakit geçirip, bilgi kirliliği yaratan yorumları okumayacağım artık…

Ama bugünden itibaren sadece bana katkı sağlayacak makaleleri okuyup, TV programlarını izleyeceğime dair kendime söz verdim. Şuan bir tarih yazılıyor ve hepimiz buna tanıklık ediyoruz. Dünyada ekonomi durma noktasına geldi. Yakında para diye bir kavram olacak mı, onu bile bilmiyoruz. Önümüzdeki yıllarda üniversitelerde ekonomi yeniden yazılıp farklı şekilde okutulacak. Biz sosyal medyanın gereksiz bilgi kirliliğine kapılıp görmemiz gerekenleri yine göremiyoruz. Çevremden gördüğüm kadarıyla birçok kişi bu yazdıklarımın farkında bile değil, çünkü tek düşündükleri şu: Vaka sayısı kaç oldu? Virüs bana bulaşacak mı?

Siz böyle hareket ettikçe bu virüs eninde sonunda hepimize bulaşacak, kaçış yok. Bağışıklık sistemimizi güçlendirip, kendimizi yormayıp, bu geçici süreci evde geçirmekten başka yapacak bir şeyimiz yok. Önemli olan zihnen ve fiziken güçlü olup kolaylıkla atlatmaya çaba göstermek…

Diyorlar ki: “ Bugünün çocuğu yarının büyüğüdür.” İşte o çocuklar yaşadığımız bu kabus ve karantina günlerini nasıl anlatacak, yazacak ve hatırlayacak bilmiyoruz ama dünyanın tüm çocuklarının böylesine travmatik günlerin kayıplarını, sessizliğini, korkularını ve mahrumiyetini yüreklerinde taşıyarak büyüyeceklerini biliyoruz…

Ünlü Şair Atilla İlhan’ın “Çocuk gözlerimle gördüm” deyişindeki günleri yaşıyoruz sanki…

O çocukların yüreklerine yaşadığımız bu travmatik günleri nasıl ne kadar az hissettirebilirsek o kadar iyi olacak… Korkuyla büyütmemek için korkuların uzağında tutabilmeyi başarabilmeliyiz…

Elbette, dünyanın yaşadığı bu kara günler bir gün sona erecektir. Yeniden eski güzel günlere kavuşacağız ama eski alışkanlıklar ve alıştığımız hayatlar eskisi gibi olmayacak… Yeter ki bu karanlık tünelden çıkabilelim… Lakin artık herkesin bu olaylardan büyük dersler çıkarabilmesi lazım. Çünkü her şey yeniden formatlanacak…Veba, kızıl, kızamık, çiçek gibi salgın hastalıklar ve kıtlık, kuraklık gibi afetler ve tarih boyunca milyonlarca kişinin ölümüne neden olan felaketlerle ilgili bilmeliyiz ki: “Yenilmez sanılan orduları durdurmuş; toplumsal ilişkilerimizi, yakınlarımıza, sevdiklerimize karşı davranışlarımızı biçimlendirmiştir.”

Kısacası bu salgın hastalıkların kronolojik tarihi oldukça eski… Devletlerin yaşananlardan bir ders çıkaramayışı ise büyük bir gaflet… Kanuni Sultan Süleyman’ın adeta bu günlerde yaşadığımız kabusu özetleyen bir beyiti de var: “Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi, olmaya devlet cihanda nefes sıhhat gibi.”

Diyorlar ki: Ne var ki bu kitlesel ölümler durduk yerde, kendiliğinden başlamamış, salgın hastalıklar davetsiz misafir gibi aramıza girmemiştir. Mikropların “Kitlesel ölümlere yol açan canavar” rolünü üstlenmeleri için insanlar ellerinden geleni yapmışlar, ölümler başladıktan sonra ise hiçbir şey yapamamışlardır.

Edebiyat dünyasında “Bakteriler ve mikroplar” açısından bir dünya tarihi niteliğindeki “Mahşerin Dört Atlısı’nda” Andrew Nikiforuk toplumsal hayatın hastalıklarla yakın ilişkisini çevreci bir bakışla inceliyor. Ve dünyamızın en eski sakinleri olan mikro-organizmalarla barış yapmamızı da öneriyor. Evet, mahşerin provası yaşanıyor adeta… Ve…”Modern insan ne kadar uğraşırsa uğraşsın, ne üst organizmayı yenebilir, ne dördüncü atlıyı kandırabilir, ne de salgınların tarihteki dirençli varlığını inkar edebilir.”

Denilen günleri bizlerde yaşayarak öğreniyoruz. “Birinci Atlı’nın, Umut’un ebedi nal seslerine de kulaklarını tıkayamaz” diyen Nikoforuk, insanlar, çöken ekonomiler ve çevre kirliliği üzerine yazdığı kitaplarla tanınıyor.

Yarınların meçhul bir ölüm yolculuğuna doğru giderken tüm siyasi polemikleri, kin ve düşmanlıkları, korkuları, kazançları artık bir kenara bırakmalıyız…

Batılıların inanışına göre kızıl, beyaz ve siyah atlar gelmeden soluk renkli atı göndermek gerekiyor… Bilmeliyiz ki, ölüme yalnız gidiliyor ama yaşadığımız bu kabus günlerinde kalabalık gidiliyor. “O güzel insanlar güzel atlara binip gittiler” diyerek karamsar olacağımıza aynalara bakıp kendimize beğenmeyi bir kenara atıp kendi günahlarımızla yüzleşmeliyiz…Ve tövbe etmeliyiz…

Yoksa bugünün çocukları, yarının büyükleri bizlere dua etmeyecek…

Hepinize iyi hafta sonları değerli Denge okurları. 

ÖNEMLİ NOT: Bu sayfalarda yayınlanan okur yorumları okuyucuların kendilerine ait görüşlerdir.