Takip Et
  • 11 Ocak 2019, Cuma

“BİN YIL SÜRECEK” DEMİŞLERDİ

Bin yıldan uzun bir gecenin bestesidir bu.

Bin yıl sürecek zannedilen kar sesidir bu.

 

Bir kuytu manastırda duâlar gibi gamlı,

Yüzlerce ağızdan koro hâlinde devamlı,

 

Bir erganun âhengi yayılmakta derinden.

Duydumsa da zevk almadım İslav kederinden.

 

Zihnim bu şehirden, bu devirden çok uzakta,

Tanbûri Cemil Bey çalıyor eski plâkta.

 

Birdenbire mes'ûdum işitmek hevesiyle

Gönlüm dolu İstanbul'un en özlü sesiyle.

 

Sandım ki uzaklaştı yağan kar ve karanlık,

Uykumda bütün bir gece Körfez'deyim artık!

Yukarıda okuduğunuz “Kar Musikileri” ünlü şair Yahya Kemal Beyatlı’nın kasvetli şiirlerinden biri. “Bin yıldan uzun bir gecenin bestesidir bu/ Bin yıl sürecek zannedilen kar sesidir bu.” Diye, aruzun ahengini kuvvetle hissettirerek başlıyor. Varşova Büyükelçisi iken, 1927 yılında kaleme alınmış. Mısralardan anlaşıldığı üzere, bir manastırda dışarıda kar yağarken koronun seslendirdiği uzun bir ayine katılıyor. Sıkılıyor, hem de çok fena sıkılıyor. Dışarıda yağan kar da, dinlediği musiki de ona hiç bitmeyecekmiş gibi geliyor. “Zevk almadım ıslav kederinden” diyerek içinde bulunduğu kasvete itiraz ediyor ve hayallerini kanatlandırıyor. Zihninde Tanburi Cemil Beyi dinliyor ve “İstanbul’un en özlü sesini” işitiyor. Ve o manastırda, kasvetli ve soğuk Varşova akşamında Körfez’de olduğunu hayal ediyor. Şiir, kasvete noktayı koyan müthiş bir hayalle sona eriyor. “Sandım ki uzaklaştı yağan kar ve karanlık/

Uykumda bütün bir gece Körfez'deyim artık!” Bu satırları yazarken 11-12 yılımın geçtiği İstanbul’u bir kez daha özlemle anıyorum. Varşova’da İstanbul özlemi ile yanıp tutuşan Yahya Kemal ile birlikte insan, İstanbul’a bakarken bile İstanbul’a özlem duyuyor. Bu özlemin altında galiba insanın içini kemiren geçicilik duygusu yatıyor. Bir güzelliği seyrederken bile hissettiğiniz “ya bir daha göremezsem” duygusu yatıyor. Muhteşem bir anı yaşarken içinizi kemiren “ya biterse” korkusu...

İstanbul elbette olduğu yerde kalacak; ama hepimiz bir gün sadece İstanbul’u değil, hiçbir şeyi göremeyecek halde olacağız. Bu “fena” duyguyu bastıracak veya dengeleyecek en güçlü müsekkin ise iktidarın sağladığı güç olmalı. Şöhret veya güç geçicilik duygusunu unutturacak kadar etkili oluyor. Bu yüzden iktidar sahipleri yer yüzünde “küçük tanrılar” edasıyla, kibirle dolaşıyorlar. iktidarların öldükten sonrada devam edeceğine, belki de hiç ölmeyeceklerine inanıyorlar.

28 Şubat “bin yıl sürecek” zannını bugünden geriye bakarak değil, o gün bastıkları yeri titreterek dolaşan generalleri gözümüzün önüne getirerek hatırlamalıyız. Bu güzel ülkenin üzerine, sadece gücün egemen olduğu kirli ve boğucu bir hava çökmüştü.

Darbeciler, siyasetçiler, sermaye sahipleri, üç kağıtçılar, soyguncular, mafya özentileri bir ipe dizilmiş tesbih misali ülkenin üzerine çöreklenmişti.

Hiç kimsenin onuru ile hayatını idame ettirme imkanı kalmamıştı. Sonra ne oldu? İp koptu güç ve iktidar sahipleri birbirine düştü. “28 Şubat bin yıl sürecek” lafını eden generalin, “bir general” hakkındaki atıp tutmalarını hatırlayın. İktidar ipine dizilen her müttefik, doymak bilmez bir iştah ile önlerinde açılan devlet kapılarından içeri girdiler ve yağmaya giriştiler. Ülke ekonomisini çökertince, iktidar koltuklarını da devirmiş oldular. Bugün aralarından açık alınla yürüyebilen birini tanıyor musunuz?

12 Eylül paşalarının ölümleri sonrasında devletin zirvesinden başsağlığı ve taziye mesajı gelmedi. Her şeyden önemlisi halktan da gelmedi. Tarık Akan’ın, Zeki Alasya’nın ölümüne gözyaşı dökenlerin ülkesinde. Paşaların gidişi de bölgesine hazin oldu.

Halbuki o gün hepsi de gerçekten bin yıl süreceğine inanmıştı.

28 Şubat günleri hepimize “bin yıl sürecek zannedilen kar sesi” gibi gelmiş ve o günü bırakıp gelecek güzel baharın hayaline kendimizi vermiştik. Sonunda o günler de geldi. İktidarın sert ipi, bu sefer hayatları ve hayalleri ellerinden alınan güzel insanları bir araya getirdi.

Türkiye akıl, feraset ve sabır ile o karanlık ve soğuk dönemi kapattı. Kapısına da sağlam bir kilit astı.

12 Eylül 2010’da sadece 28 Şubat süreci değil uzun yıllar süren karanlık dönemler de sona erdi.

Demek ki hem iktidarlar hem de insanlar için zeval olmasaydı adalet de olmayacaktı.

O ipi 15 Temmuz 2016 tekrar koparmak isteyenler çıksa da halk buna müsaade etmedi, etmeyecek de. Şayet ip koparsa dökülenlerin gürültüsü, Tamburi Cemil Bey’in o eski taş plaklarda kalan sesi gibi gönlümüzden yükselen musikiyi bastırabilir. Onun için çok dikkatli olmalıyız.

Devletin bir anlamı da “saadet”tir. İnananlar için Cenab-ı Allah’ın bir lütfudur. Bin yıl sürecek denilen 28 Şubat ve benzerleri sadece 4-5 yılda unutuldu ve gitti. Demek ki bütün iktidarlar, bu fani dünya gibi geçici ve baki olan sadece yüce Allah. Herkes bunu görmeli diyorum.

Hepinize iyi hafta sonları sevgili Denge okurları.

Yazarın not: Değerli gazeteci Yazar Uğur Mumcu’nun şu sözü bu günlerde hiç aklımdan çıkmıyor neden acaba? “Haklıdan yana değil, güçlüden yana olanlar korkak ve kaypak olurlar. Güç merkezi değiştikçe, dönerler; Fırıldak olurlar!

ÖNEMLİ NOT: Bu sayfalarda yayınlanan okur yorumları okuyucuların kendilerine ait görüşlerdir.