Eliniz de bir iş var. Bugün bitirmeniz gerekiyor, ancak geri geri gidiyor elleriniz, ayaklarınız. Başka bir şey çıksa büyük bir olay olsa da ertelense diye kendi kendinize hayal kuruyorsunuz…
Ertelense rahat edeceksiniz, çünkü üzerinizden bir yük kalkacak, biraz daha vaktiniz olursa harika bir iş çıkarabileceğinizi düşünüyorsunuz…
Erteleniyor o iş veya kendiniz bir biçimde ertelemeyi başarıyorsunuz….
Sanki yağmur veya kar yağmış ve zor bir sınavın olduğu gün okul tatil olmuş lise öğrencisi gibi şensiniz. Hava güzel, bahar gelmiş, sırtınızda kambura dönüşmüş iş ertelenmiş…Daha ne isteyeceksiniz?
Sonra o işin ertelendiği tarih geliyor. Bir bakmışsınız ki , o erteleme haberini aldığınız günden bu yana bir adım ilerlememişsiniz….
İşi daha iyi yapmak bir kenara ,o işin bulunduğu dökümanlara göz dahi atmamışsınız. Yine geldi mi o ağır his? Yine çöktü mü omuzlar, yine çıktı mı kambur?
Çıktı tabi…Hem de o ilk ertelendiği günden fazla daha ağır, bir hisle döndü teslim tarihi baskısı…
İşi yaptınız bir biçimde üstesinden geldiniz, yumurta kapıya geldiğinde bünyeyi basan o yoğun adrenalin sayesinde hızlıca işi bitirdiniz, rahatladınız.
“Neden kendimi günlerce strese sokmuşum “ diye hayıflandınız. Ardından bir sonraki iş projesi geldi önünüze. Önce “ o hooo!!daha çok var...” dediniz yine yumurta kapıya dayanana kadar beklediniz…
Yine aynı strese girdiniz, “yine ertelensin veya yağmur yağsın, kar yağsın..” diye beklediniz. Yine ertelediniz, rahatladınız, “Ohh! Bahar, güneş, zaten daha iyi hazırlanırım şimdi” dediniz. Yine hazırlanamadınız, yine çok strese girdiniz ve son dakika adrenaliyle işi bitirdiniz.
Tabi işi mükemmel yapma potansiyeliniz varken son dakika işi çıkararak bu potansiyelinizin çok azını kullanabildiniz.
Her seferinde işi bitirdiğinizde “keşke çok önceden başlasaydım, meğer ne kadar da rahat ve iyi yapabiliyormuşum” dediniz.
Tüm bunları söylemenize rağmen elinize her iş gelişinde ertelediniz, strese girdiniz. Yine ertelediniz yine strese girdiniz…
Bu işte bir alışkanlık, bir iş yapış şekli haline dönüşene kadar bu döngüyü tekrarladınız. Gandhi’nin sözünü hatırlayın…Ne diyordu? “-Sözlerinize dikkat edin, düşüncelerinize dönüşür. Düşüncelerinize dikkat edin, duygularınıza dönüşür. Duygularınıza dikkat edin davranışlarınıza dönüşür. Davranışlarınıza dikkat edin, alışkanlıklarınıza dönüşür. Alışkanlıklarınıza dikkat edin, değerlerinize dönüşür. Değerlerinize dikkat edin, karakterinize dönüşür. Karakterinize dikkat edin, kaderinize dönüşür…”
Peki nasıl vazgeçeceğiz bu durumdan, nasıl ertelemeyeceğiz? Günlük ajanda tutarak mı? Sürekli hatırlatma yaparak mı? Parmağa ip bağlayarak mı?
Hayır!! Erteleme sorunu olanlar, genellikle işin kökünü atlarlar. Eğer köküne bakmazsanız , elinize bir sürü ertelenmiş liste, yarım yamalak doldurulmuş ajanda ve hafızanızda boşu boşuna yer kaplayan hatırlatmalar olacaktır.
İşi ertelemenizi sağlayan duygu nedir? O işi yapmanızı engelleyen temel duyguyu çözümlemek ilk adım. Haksızlık mı?, Korku mu?, Endişe mi?. Neden korkuyorsunuz.? Bu korku gerçek mi? Çözüm parçalama bölme yöntemi…
Günlük yaşamda karşılaşılan problemlere pratik çözümler üreten Psikolog Dr. Ellen Hendriksen “Eğer erteliyorsanız ve elinizde iş biriktiriyorsanız, saçma denecek kadar ufak yapı taşlarına parçalayın” diyor.
Bu yöntemle haftada üç kez spor salonuna gitmeyi başaran bir arkadaşından örnek vererek anlatıyor. Dr. Hendriksen; “Bu planı anlamsız ,kulağa saçma gelecek derecede küçük eylem parçalarına ayırın; önce bir muz yiyin. Sonra muz yemeği düşünün, gideceğiniz spor salonunu değil.
Benzer biçimde o küçük eylemlere odaklanarak devam edin. Arabanızın anahtarını bulun .Arabayı binin, radyoyu açın.
Bu planda da çalışmıyorsa daha küçük ve saçma parçalara ayırın eylemlerinizi. Mesela muzu soymak ile yemek ayrı birer basamak olsun.
Küçük küçük, adım adım , “Bu adımdan sonra ne yapacağım?” demeden sabırla o sırada yaptığınız küçük işe odaklanın. Bu şekilde kendinize ertelememe alışkanlığı kazandırabilirsiniz.
Denemeye değmez mi?
Hepinize iyi hafta sonları Sevgili Denge Okurları…
Yazarın notu: Geçen hafta ki yazımda Şeyh Bedrettin’den söz etmiştim. Şeyh Bedrettin, kadim Anadolu’nun Spartacus’ü dür. Unutturulmaya çalışılmış bu efsaneyi sahiplenmeyi hak eden bir kentimiz varsa , o da Aydın ‘dır. Aydın’ın Ortaklar Beldesi ve Tekke Köyü, Şeyh in can yoldaşları Börklüceli Mustafa ve Torlak Kemal’in mesken tuttuğu yerlerdir. Hatta Ortaklar adının Bedrettin e inananların her şeylerinin ortak olduğuna izafeten aldığı söylenir. Haksızlığa karşı bir kartal gibi diklenerek oynanan Zeybek ,Aydın Efe’ sinin ruhunda ,izlerini Şeyh Bedrettin’den alır.
Bu satırlarla Bu köşeden Aydın Büyükşehir Belediye Başkanı Özlem Çerçioğlu’na bir çağrıda bulunmak istiyorum. Elinizde böylesi kültürel hazine varken Şeyh Bedrettin'i Aydınla özdeşleştirerek müthiş bir çekim alanı oluşturmak mümkün. Şeyh Bedrettin Hoyrat, Kapitalist düzenden yorulanların dinler arası çekişmelere, tepki duyanların yaslanabileceği paylaşımcı ve hoşgörülü bir dünya sunuyor.
Mevlana nasıl ki Konya’dan soruluyorsa, kentlerimiz nice Anadolu ermişlerini kendi aralarında paslaşmışlarsa ,Şeyh Bedrettin , “Aha işte orda duruyor” ve Aydın‘ın sahiplenmesini bekliyor.
ÖNEMLİ NOT: Bu sayfalarda yayınlanan okur yorumları okuyucuların kendilerine ait görüşlerdir.