Yalnız ve güzel ülkem Türkiye ne hale geldi. Her gün 8-10 şehit; yüreğimiz yanıyor, ciğerimiz kanıyor karısını sevgilisini acımadan öldürenler… Kendi öz çocuğunu boğazlayanlar, ensest, ahlaksızlık, çocuk tacizi. Yol verme, vermeme kavgası silahların çekilmesi, ölüm, ölüm, ölüm… Böyle bir Türkiye’de yaşanabilir mi? İnsanın sinirleri iflas etmez mi? Depresyona girmez mi?
Yıllar önce İlhan İrem’in söylediği bir şarkı geliyor dilimin ucuna, aklımda kaldığı kadarıyla mealen şöyleydi:
“Giderken bıraktığım asmalar üzüm olmuş,
Yerlerde bütün dallar, kollar, bütün bağ bozulmuş
Ben mi geç kaldım yoksa, mevsimler mi soğumuş
Görmeyeli buralara olanlar olmuş, olanlar olmuş…”
Buralara giden yolda nerelerden geçtik, ister misiniz bir geri gidelim?
Ne oldu da birbirimize tahammülsüzleştik, kabalaştık tanımadığımız insanlara en ufak iletişimi bile saygı ve nezaket çerçevesinde kuramaz olduk?
İsterseniz “en çok sözü dinlenen” insanlara biraz kulak kabartalım önce.
Yani piramidin en tepesinde en çok gördüğümüz, televizyonlardan evlerimizin içine konuk ettiğimiz, en çok sesi duyulan insanlara, yani politikacılar.
Bilhassa seçim dönemlerinde, birbirleriyle nasıl iletişim kurduklarını hatırlıyor musunuz? Seçim dönemleri haricinde de pek farklı değiller ancak seçim dönemlerindeki birbirleriyle “kanlı düşman” halleri, sanki farklı iki ülke için yarışıyormuşcasına nefret dolu sözleri…
Bu durumları onları, onları izleyenlere “Biz düşmanız” algısı yerleştirildi.
Koca bir ülkenin izlediği politikacılar birbirlerine nezaket, saygı çerçevesinde iletişim kuramazken halk nasıl ve neden kuracaktı sahi?
Popüler kültür öğelerine bakın. Televizyonlarda en çok izlenen ve konuşulan tartışma programları ve reality showlara bakın.
Bir tarafta Türkiye gündemi üzerinden çarpışanlar, öte yandan reality Showlarda üretilmiş. Kötü hislerle birbirleriyle savaşa tutuşanlar…
Ekranlardan taşan şiddetin her türlüsü, fiziksel ve özellikle sözel şiddet, bunlara maruz kalan izleyicinin birbiriyle iletişimini de yönetiyor.
Öyle bir hale varıyor ki mesele “Lütfen yavaş kullanın” dediğiniz taksi şoförü sözünüzü ağzınıza tıkayabiliyor, toplu taşıma araçlarında inanlar birbirlerine “Ne var ulan ?” gözleriyle bakıyor… (Son İstanbul’daki şemsiye olayı gibi.)
“Affedersiniz” diyerek geçtiğin, gülümsediğin insan “Ne gülüyor bu kavat” dercesine suratınıza aval aval bakıyor…
Herkes her fırsatta kavga çıkarmak, sözlü tartışma yaşamak için fırsat kolluyor gibi…
Öyle bir haldeyiz ki, eğer sokakta göz göze geliyorsak, bu ancak haset dolu hisler sebebiyle olabiliyor. Bu gerginlikle yaşanır mı?
Bu gerilimle, bu öfkeyle, üstelik sebepsiz öfkeyle hayat sürer mi, mutlu olunabilir mi?
Kısa dönemde de kimsenin söylemini yumuşatacağını zannetmiyorum. Ülkenin gidişattan umudunu kesip Kanada’ya taşınma kararı alan bir çiftin veda mektubunu yayınladı ustam Rahmi Turan okuyalım:
“Biz gidiyoruz. Artık tanınmaz halde olan, doğduğumuz, doyduğumuz bu topraklardan göç ediyoruz. “Senden benden” diye ayrım yapılan, dışlanan ve nefret dolu olan bir çevrede barınamıyoruz. Azınlığız, mutsuzuz!
Neredeyse her gün ayrı bir katliamın yaşandığı, ülkenin yarısının ölen insanlara (inançlarıma, ideolojilerine, düşüncelerine göre) “Oh olsun!” dediği bir yerde daha fazla yaşayamıyoruz.
Belki tesadüfen o gün denk gelmeyip, patlayan bomba ile ölmüyoruz ama bizimkisi de pek yaşamaya benzemiyor doğrusu…
Biz artık insan yerine konulmak istiyoruz. Daha basit fakat daha güzel bir hayat istiyoruz. Ayıp mı? Her şeyden önemlisi koskoca bir hayatın henüz en başında olan “bebeğimizin” sorumluluğu var üzerimizde… Kendimiz için değil en çok onun için gidiyoruz. Bu ülkede her şey çok zorlaştı. İş bulmak, kazanmak, okumak, eğlenmek, seyahat etmek çocuk büyütmek… Ülkemizde artık gerçekten taraf olmayan bertaraf oluyor. Ramazan ayında sigara içenlere büyük tepki gösteren, fakat 40 çocuğa tecavüz edildiğinde sigaranın uyarısı kadar bile tepki göstermeyen insanlarla nasıl yaşanır?
Yaşayamıyoruz!
Niye terk edip bu ülkeyi onlara bırakıyoruz. Çünkü hep biz eziliyoruz! Eğer başımıza bir iş gelmeden hayatta kalmayı başarırsak, gidiyoruz. Çok buruk, bir o kadar da heyecanlı ve öfkeliyiz aslında… Bakalım sonu nasıl olacak? Biz eski Türkiye’nin insanları, yeni Türkiye’yi terk ediyoruz!
Veda yazısını kısaltarak aldım. Yorumu sizlere bırakıyorum.
Hepinize iyi hafta sonları değerli Denge okurları.
YAZARIN NOTU:
Gençlik Spor İl Müdürlüğünde Futbol Tertip Komitesinde görev yapıyordum. Onunla Urfa’dan geldiğimde tanışmıştık. Daha sonra arkadaş olduk. Geçtiğimiz hafta vefatını öğrenince bir süre düşünemedim, konuşamadım. Sevgili hocam Ali Yelgin, toprağın bol olsun, Allah rahmet eylesin. Ailesine başsağlığı ve sabır diliyorum.
ÖNEMLİ NOT: Bu sayfalarda yayınlanan okur yorumları okuyucuların kendilerine ait görüşlerdir.