Bundan yıllar yıllar öncesinde Cem Karaca o gür sesiyle şöyle söylüyordu:
Maden ocağının dibinde
Hava yok, ışık yok
Maden ocağının dibinde
Allah bile yok
Bir sen varsın, bir sen varsın direnen
Işık yok, hava yok
Eşin yok, karın yok
Maden ocağının dibinde
Ayırdılar seni dünyadan
Sevdiğini, oğlunu aldılar elinden
Aldılar elinden ışığını, havanı, taptığını
Maden ocağının dibinde
Bir sen varsın direnen
Allah bile yok...
Şair Şerif Erginbay bir madencinin dramının aşağıdaki mısralarla anlatıyordu:
Karıcığım hoşçakal ışığım azalıyor
Yanımda ölü arkadaşlarım
Artık kokulu ekmekler getiremeyeceğim sanırım
Buraya kadarmış çocuklarım, hoşçakalın
Hakkınızı helal edin anacığım, babacığım
Işığım azalıyor hoşçakalın
Üstüme değil içime çöken ocağın sessizliğinde
Tek, tek seslerinizi duyuyorum, yüzlerinizi görüyorum
Işığım azalıyor, soluğum azalıyor, biliyorum
Yavaş, yavaş dünyanın kara kalbine gömülüyorum
Işığım söndü işte gidiyorum
Ah, en çok da şimdi bir bilseniz
Nasıl da bulutları, ağaçları, gökyüzünü özlüyorum
Işığım söndü, hoşçakalın, arkadaşlarım çoktan gitti
Artık bende gidiyorum.
Ünlü Fransız Yazar ve Filozof Albert Camus: “Bir ülkeyi tanımak istiyorsanız, o ülkede insanların nasıl öldüğüne bakın” demiş. Ne kadar da doğru söylemiş. Soma kömür madeninde yüzlerce yoksul madencinin gruplar halinde değersiz canlılar gibi ölüyor olması, bu ülkede vatandaşlara layık görülen yaşam kalitesinin de bir göstergesi değil mi neticede?
En yetkili ağızlar bile günlerce tahmini rakamlardan bahsettiler. Vatandaşının her işine karışan ama madende çalışanları sayamayan bir devlet var karşınızda.
Yastayız. Millet, en yalın anlatımıyla tasada, kederde, neşede duygudaşlık diye tarif edilir. Söylenecek çok söz var, ama bu matem günlerinde değil. Önce acıyı derinden hissedelim. Aileden birini yitirmiş gibi. Ateş düştüğü yeri değil, bütün ülkeyi yaksın. Dua edelim, Soma’nın yasını tutalım. Göz yaşartan dokunaklı hikayelere kulak verelim Soma ile aynı duyguda birleşelim. Şimdi susma ve sabretme zamanı. 11 ay önce dünya evine giren mühendisin öyküsünü okuyalım. O bitkin, halsiz ve yaralı haliyle “Durun çizmelerimi çıkarayım, sedye kirlenmesin” diyen madenciyi anlamaya çalışalım. Kurtarma ekibine “önce arkadaşımı alın eşi hamile” diye seslenen madencinin asaletini ve fedakarlığını görelim. Birlikte doğan ikizlerin birlikte toprağa verilişinin hüznünü, babasının mezarı başında gözyaşı döken çocukların acısını yaşayalım. Soma’da insanın yüreğine dokunan hikaye o kadar çok ki...
Ne güzeldir Yaşar Kurt’un şarkısı; “Kamyonlar kavun taşır ben seni düşünürüm.” Soma’ da kamyonlar tabut ve madenci cenazesi taşıyor, kavunlar için yapılan soğuk hava deposuna, bekleyişler çeşit çeşit.. Ancak acının tepelediği insanların bekleyişi en derinden vuranı. Madenin baca gibi tüten ağzında, hastane kapılarında ve soğuk hava deposu avlusunda.
Tenleri kömürden Somalili bedenine dönmüş Somalı ölü maden işçilerinin. En yakınları bile tanımakta zorlanıyor. Bekleyiş sürüyor saatlerce. Gözyaşı, kırgınlık, pişmanlık ve kızgınlık ile beraber...
Baretiyle evini ısıtan, ışıtan, tenceresini kaynatan babaları ve onların acısıyla iki büklüm olanları anlayalım önce.
Evi ısınsın, çocuğu üşümesin diye kendini ateşe atabilen babaları.
Oturmuş ekran başında ulaşılan göçük sayısını izliyoruz, ışıltılı inşaat reklamları arasında. Açılan göçük sayısı, ulaşılan cenaze sayısı yer alıyor ekranların alt bandlarında.
Kanayan vicdan sayısından bahsetmiyor haber bültenleri! Bu saf, katıksız acıyı iliklerine kadar hisseden yürek sayısının azlığı esas tehlike oysa!..
Benim de düşüncelerimi aynen yansıtan bir şiiri buraya almak istiyorum. Şiir Selçuk İlçesi CHP Belediye Başkan Adayı Nuriye Çiğdem’in:
Bir yanım ölüm
Bir yanım düğün
Tutuyorum kendimi
Yüreğim düğüm, düğüm
Bir yanda kahkahalar var
Sokakta aldırmazlıklar
Rüya olmalı gördüğüm
Şaşkın gözlerimde, ne gülümseme
Ne de yaşlar var
Biriktirdiğim doğrulara
Ayağım takılıyor birden
Her yerim düğüm, düğüm
Yürüdüğüm yollar kördüğüm
İsyana ramak var
Rüya olmalı gördüğüm.
Başbakan'ın fıtrat yaklaşımı kendisi fark etmese de, madencilerin yaşayan ölüler olduğu gerçeğiydi aslında. Dünyanın en güvenli ocakları bizde olsa bile işçilerin sağlıklı ve mutlu olmaları sağlanamazdı. Belki tek patlamada vermezlerdi canlarını ama, her gün 40 lira karşılığında parça, parça göçmeye devam ederlerdi. Ölüm topyekün olmayınca kimsenin ruhu da duymazdı bu acıları. O yüzden bütün hücrelerimle derim ki ben, üç gün yetmez. Tüm ocaklar kapanmadan çıkamayız biz bu yastan. Madenciler yanacak, biz ısınacağız öyle mi? Hep birlikte donalım daha iyi...
Hepinize sağlıklı ve mutlu hafta sonları sevgili Denge okurları...
ÖNEMLİ NOT: Bu sayfalarda yayınlanan okur yorumları okuyucuların kendilerine ait görüşlerdir.