Ahmet Kaya’yı dinliyorum. Kayınbiraderi Yusuf Hayaloğlu’nun yazdığı şiirin bestesini söylüyor. Şarkının sözleri şöyle:
“Sakin göllerin kuğusuyduk
Salınarak suyun yanağında
Ve okşayarak nilüfer saçlarını gecenin
Sonumuz adım adım
Yaklaştığını görürdük…
Yarılan ekmeğin buğusuyduk;
Paylaşılan zeytin tanesinin.
Yüzümüze saldıran yağmur avanesinin.
Biz hep üşüyen burnumuzu
Avucumuzda hohlayarak yürürdük
Hiçbir hesabımız yoktu kimseyle
Hiçbir aykırı yanımız,
Hiçbir yalanımız…
Gözüm yaşarıyor,
Yüreğim kanıyor…
Olmasaydı sonumuz böyle!...
Biri saksımızı çiğneyip gitti.
Biri, duvarları yıktı,
Camları kırdı.
Fırtına gelip aramıza serildi.
Biri, milyon kere çoğaltıp hüzünleri
Her şeyi kötüledi,
Bizi yaraladı…
Biri, şarabımızı, rakımızı döktü
Soğanımızı çaldı.
Biri hiç yoktan vurdu,
Kafesteki garip kuşumuzu!
Ciğerim yanıyor,
Yüreğim kanıyor…
Solmasaydı gülümüz böyle!
Dağlarda çoban ateşiydik,
Sarmalayarak acı bir sevda masalını
Ve hıçkırarak
Hırçın rüzgarların kavalını…
Namlunun, bağrımıza
Sinsice sokulduğunu bilirdik…
Ceylanın pınara inişiydik
Vedalaşan birkaç damla gözyaşının;
Tenine kan bulaşan
O masum çakıl taşının...
Oysa biz dualarımızda hep
Birbirimizden daha önce
Ölmeyi dilerdik…
Bazı sorumluluklarımız vardı,
Hayata ilişkin
Bazı basit sorularımız
Anlaşılır bazı sorunlarımız …
Göğsüm daralıyor
Yüreğim kanıyor
İncinmeseydi gençliğimiz böyle…
Birer yolcuyduk,
Aynı ormanda kaybolmuş,
Aynı çıtırtıyla ürperen birer serçe
Hep aynı kader de buluşturduk
Sevmeye tutuklu gibi…
Birer tomurcuktuk hayatın kollarında,
Birer çiğ damlasıydık,
Bahar sabahında,
Gül yaprağında…
Dedim ya,
Hiç yoktan susturuldu şarkımız!
Yüreğim kanıyor, ciğerim yanıyor…
Bitmeseydi öykümüz böyle!...
Şarkı beni çok eskilere, gençliğime hatta çocukluğuma götürdü. Biz eski çeşmelerin suyundayız hala. O haylaz çocukluğumuzun huyundayız. Sokaklarda tahta atlarla koşturan, güneşi top gibi ayaklarında sektiren ve utangaç sarmaşıklar gibi birbirine sarılan.
Biz eski çocukluk yıllarını anımsıyoruz hala. Mahallenin neferleri, haçlı seferlerini tarih kitaplarından öğrenen. Kağıt mendil nedir bilmeyen. Dolarla euroyla işi olmayan. Kendilerine insanca yaşamı bile layık görmeyenleri bağışlayan. Mezarlıktan geçerken içinden dualar okuyan. Tren camlarından sarkan. Cennet ve cehennem önümüzden akıp giderken, Allah’tan korkan. Kaderin kıyılarında gezinirken saltanat kayıklarına binmeyen, ıskarta sandallardan inmeyen.
Hala uçaklara zaman zaman “tayyare” diyen. Ve eski moda yamalı pantolonları bile özleyen.
Eski çocukların parasız yatılı hüznündeyiz hala. Siyah beyaz acıklı filmlere ağlayan. Misafir gittiği evde yattığı çarşafların bozulmasından bile korkan. Hala adresini bulamamış bir mektup gibi elden ele dolaşan. Hayatın anlamını ararken kaybolan güzelliklerin kuyusundayız hala.
Şimdiki zamanın çakallarına bakınca çocukluğun eşkıyalığını özleyen. Çocuklara tecavüz edenleri duyunca lokmasını öfkeyle çiğneyen. Dolap çevirmeyen, güneşin kum saatini tersine çeviren. Yüreğinin kapılarını politikaya kapatan, cami avlularında güvercinlere yem atan, haksızlık ordularını hallaç pamuğu gibi dağıtan nesildik biz…
Elindeki çizgilerde kaderini arayan çocuklarla oyundayız hala… Mavi nurdan bir ırmak gölgesinde bir salıncak üzerinde. Pişmanlığın yasını tutmadan, en masum sevdalara imzasını atan. Ömürleri; anahtarı kaybolmuş bir kelepçe gibi, yine de yoksullara el açık, soysuz zenginlere yumruklarımız sıkılı…
Siyah beyaz fotoğrafların içindeyiz hala, yaşlanmaya yetecek kadar yaşamış. İki gözü yaşlı ölümün en yakın arkadaşı…
Hepinize iyi hafta sonları sevgili Denge okurları.
ÖNEMLİ NOT: Bu sayfalarda yayınlanan okur yorumları okuyucuların kendilerine ait görüşlerdir.