Takip Et
  • 24 Şubat 2017, Cuma

Yarılan ekmeğin buğusuyduk!

Ahmet Kaya’yı dinliyorum. Kayınbiraderi Yusuf Hayaloğlu’nun yazdığı şiirin bestesini söylüyor. Şarkının sözleri şöyle:

“Sakin göllerin kuğusuyduk

Salınarak suyun yanağında

Ve okşayarak nilüfer saçlarını gecenin

Sonumuz adım adım

Yaklaştığını görürdük…

 

Yarılan ekmeğin buğusuyduk;

Paylaşılan zeytin tanesinin.

Yüzümüze saldıran yağmur avanesinin.

Biz hep üşüyen burnumuzu

Avucumuzda hohlayarak yürürdük

 

Hiçbir hesabımız yoktu kimseyle

Hiçbir aykırı yanımız,

Hiçbir yalanımız…

Gözüm yaşarıyor,

Yüreğim kanıyor…

Olmasaydı sonumuz böyle!...

 

Biri saksımızı çiğneyip gitti.

Biri, duvarları yıktı,

Camları kırdı.

Fırtına gelip aramıza serildi.

Biri, milyon kere çoğaltıp hüzünleri

Her şeyi kötüledi,

Bizi yaraladı…

 

Biri, şarabımızı, rakımızı döktü

Soğanımızı çaldı.

Biri hiç yoktan vurdu,

Kafesteki garip kuşumuzu!

Ciğerim yanıyor,

Yüreğim kanıyor…

Solmasaydı gülümüz böyle!

 

Dağlarda çoban ateşiydik,

Sarmalayarak acı bir sevda masalını

Ve hıçkırarak

Hırçın rüzgarların kavalını…

Namlunun, bağrımıza

Sinsice sokulduğunu bilirdik…

 

Ceylanın pınara inişiydik

Vedalaşan birkaç damla gözyaşının;

Tenine kan bulaşan

O masum çakıl taşının...

Oysa biz dualarımızda hep

Birbirimizden daha önce

Ölmeyi dilerdik…

 

Bazı sorumluluklarımız vardı,

Hayata ilişkin

Bazı basit sorularımız

Anlaşılır bazı sorunlarımız …

Göğsüm daralıyor

Yüreğim kanıyor

İncinmeseydi gençliğimiz böyle…

 

Birer yolcuyduk,

Aynı ormanda kaybolmuş,

Aynı çıtırtıyla ürperen birer serçe

Hep aynı kader de buluşturduk

Sevmeye tutuklu gibi…

 

Birer tomurcuktuk hayatın kollarında,

Birer çiğ damlasıydık,

Bahar sabahında,

Gül yaprağında…

Dedim ya,

Hiç yoktan susturuldu şarkımız!

Yüreğim kanıyor, ciğerim yanıyor…

Bitmeseydi öykümüz böyle!...

 

Şarkı beni çok eskilere, gençliğime hatta çocukluğuma götürdü. Biz eski çeşmelerin suyundayız hala. O haylaz çocukluğumuzun huyundayız. Sokaklarda tahta atlarla koşturan, güneşi top gibi ayaklarında sektiren ve utangaç sarmaşıklar gibi birbirine sarılan.

Biz eski çocukluk yıllarını anımsıyoruz hala. Mahallenin neferleri, haçlı seferlerini tarih kitaplarından öğrenen. Kağıt mendil nedir bilmeyen. Dolarla euroyla işi olmayan. Kendilerine insanca yaşamı bile layık görmeyenleri bağışlayan. Mezarlıktan geçerken içinden dualar okuyan. Tren camlarından sarkan. Cennet ve cehennem önümüzden akıp giderken, Allah’tan korkan. Kaderin kıyılarında gezinirken saltanat kayıklarına binmeyen, ıskarta sandallardan inmeyen.

Hala uçaklara zaman zaman “tayyare” diyen. Ve eski moda yamalı pantolonları bile özleyen.

Eski çocukların parasız yatılı hüznündeyiz hala. Siyah beyaz acıklı filmlere ağlayan. Misafir gittiği evde yattığı çarşafların bozulmasından bile korkan. Hala adresini bulamamış bir mektup gibi elden ele dolaşan. Hayatın anlamını ararken kaybolan güzelliklerin kuyusundayız hala.

Şimdiki zamanın çakallarına bakınca çocukluğun eşkıyalığını özleyen. Çocuklara tecavüz edenleri duyunca lokmasını öfkeyle çiğneyen. Dolap çevirmeyen, güneşin kum saatini tersine çeviren. Yüreğinin kapılarını politikaya kapatan, cami avlularında güvercinlere yem atan, haksızlık ordularını hallaç pamuğu gibi dağıtan nesildik biz…

Elindeki çizgilerde kaderini arayan çocuklarla oyundayız hala… Mavi nurdan bir ırmak gölgesinde bir salıncak üzerinde. Pişmanlığın yasını tutmadan, en masum sevdalara imzasını atan. Ömürleri; anahtarı kaybolmuş bir kelepçe gibi, yine de yoksullara el açık, soysuz zenginlere yumruklarımız sıkılı…

Siyah beyaz fotoğrafların içindeyiz hala, yaşlanmaya yetecek kadar yaşamış. İki gözü yaşlı ölümün en yakın arkadaşı…

 

Hepinize iyi hafta sonları sevgili Denge okurları.

 

ÖNEMLİ NOT: Bu sayfalarda yayınlanan okur yorumları okuyucuların kendilerine ait görüşlerdir.