Annen giderse: Senin için gerçek ağlayanın gider, nefesin canın ömrün gider iki kapılı bu handa menzilin gider.
Annen giderse: Dardayken yetişen elin gider, aklın gider, canın gider. Şu dağlanmış yüreğinde çocuk kalan yanın gider, bayramın, seyranın gider.” Böyle söylüyor ozanlar… Benim annem geçen yıl 16 Şubat’ta vefat etti. Cenazesine tesadüfen son anda camide yetişebildim. İçimden sanki bir şeyler koptu ve yok oldu.
Ayrılık kolay mı zannediyorsun annem. Evladını arkada bırakarak nereye gittin? Ateş değiliz ki yanıp kül olalım, yağmur değiliz ki ıslanıp güneşte kuruyalım. Kuş değiliz ki uzak diyarlara uçup, yanına varalım. Ayrılık o kadar zor ki annem, kurumuş yapraklar misali daldan dala savuruyor insanı. Bak özenle büyüttüğün çocukların da iş ve aş sahibi oldu. Torunların okullu oldular. Sen de belki haklısın. Bu kadar güzellikleri bırakıp gitmek senin için de zor olmuştur. Babamı, anneni, kardeşlerini özledin herhalde, onlar da seni görünce mutlu olmuşlardır.
Bu sene bahar erken geldi. 16 Şubatta seni ziyaret ettim 28 derece sıcaklık vardı. Yine güzel bir bahara gidiyoruz. Beni merak ediyorsan aynıyım. Dallarından mutluluk saçıp, içi yanan çınar ağacı gibiyim. Hormonsuz, entrikasız yaşamı çok özledim annem.
Göçmen kuşlar alttan uçarak baharı müjdeliyorlar. Bahçedeki ağaçlar tomurcuklar açtı. Artık Şubat ayını sevmiyorum sen gideli, tam bir yıl oldu. Bu aylarda annesi olanları kıskanıyorum. Teninin kokusunu çok özledim annem. Her özlediğimde, kimseler görmesin diye gizli gizli ağlıyorum.
Dün gece yine uyuyamadım annem! Nasıl uyuyabilirim ki. Yüreğim öylesine serindi ki… İçim içime sığmadı. Kirpiklerim kapanmadı dün gece bir türlü. Heyecanla yeni doğan güneşi selamlamayı bekledim. Bir yıl sonra ilk kez buluşacaktım seninle… Hasret dolu yüzünü, buğulu gözlerini yine görmek, sıcacık elini öpmek istiyordum.
Dudaklarında yine tebessüm olacak mıydı? Yeşil gözlerinle bana bakacak mıydın? Odamda asılı duran resimdeki gibi… Yine o güzel sesin yankılanacak mıydı Aydın sokaklarında ve Kurtuluş Mahallesi’nde?
Uyuyamadım işte bir türlü, sabahın ilk ışıklarıydı, dün sabah, ne kadar uzun sürmüştü. En temiz giysilerimi giyerek senin için yola koyuldum. Tıpkı çocukluğumda bayram sabahları giydiklerim gibi…
Geceler boyu hayalini kurduğum düşlerden bile güzeldi gelişin. Uzaktan gördüm seni. Eskisi gibi sanki akşam olmuş, elin dolu bir şekilde eve geliyordun. Adeta herkesi kıskandıracak güzellikteydin. Gözlerin nasıl aydınlıktı öyle. Rengarenk giysilerin, sıcak bakışların ve insanın içini rahatlatan tavırların ne güzeldi. Özlemişim…
Oysa senden önce hüzün yağıyordu düşlerime. Hem öksüz hem yetim olmanın ezikliği vardı üzerimde. Önce seni uzun uzun seyrettim, içime akıttım hasretini. Senin de benim de gözlerimizde yaş vardı. O anda zamanın durmasını istedim. Çünkü sen gidecektin. Sabah başlayan güneş batmak üzereydi. Sen gitmeliydin bilinmeyen yer o meçhule…
Sen kayboluncaya dek arkandan yaşlı gözlerle baktım annem. Gözlerimi alamazdım bir türlü seni benden uzaklaştıran sokaklardan. Gelişin bir rüya gidişin ise isyan.
Bu rüyadan eşim Müjgan Sultan, ‘’Haydi Aydın’a gitmek için geç kalıyoruz’’ diye beni uyandırdı. Uyandığımda sen yoktun… Anneciğim zaman zaman olsa da rüyalarıma gel ne olursun teninin kokusunu çok özlüyorum annem.
Hepinize iyi hafta sonları diliyorum sevgili Denge okurları.
ÖNEMLİ NOT: Bu sayfalarda yayınlanan okur yorumları okuyucuların kendilerine ait görüşlerdir.