Babamlar biri kız tam on bir kardeştiler ama ben bir tek Mehmet Emin amcamı severdim. Milas’tan sırf beni gezdirmek için, sinemaya götürmek için Aydın’a gelir, hiç kalmadan geri dönerdi.
Mehmet Emin amcam garip adamdı benim. Mektep medrese görmemişti, pek dindar da sayılmazdı ama kendine özel bir bilgeliği ve yüksek ahlakı vardı.
Eğilip bükülmez, yalana dolana tenezzül etmezdi. Yamuk, yılık işlerden haz etmez, o yoldaki adamlardan uzak dururdu. Onun, bütün bu meziyetleri nereden ve nasıl edindiği, benim için hala meçhuldür. Köyde yaşayan ayda, yılda bir şehre inen bir eski zaman adamının temizlik, nezaket, doğruluk, hakperestlik vadisinde bu denli ileri gidişi akıl alır işlerden değildir.
Dünya yüzünde birlikte geçirdiğimiz 12 yıl boyunca amcamdan duyduğum en sert söz galiba buydu: yontulmadık! Anlamını tam kavrayamasam da istenmeyen, beğenilmeyen hatta kızılan bir durumda söylendiğini çıkarabiliyordum. Sözün muhatabı da onun ne anlama geldiğinin farkındaydı şüphesiz. Çok sonra anladım ki, amcam görgüsüze, kaba saba konuşana, olmadık yerde uygunsuz bir söz edene, nezaketten ve incelikten nasibini almamışlara ‘’yontulmadık’’ derdi. Benim bütün çocukluğum, onun bu sözlü azarına muhatap olmaktan sakınarak geçti. Çocuk aklımla biliyordum ki , kötüdür bu , amcam birine ‘’yontulmadık’’ dediyse, ondan pek hayır gelmez
Bir şey var ki şimdi bile düşündükçe güleceğim geliyor. Amcam her yontulmadık dediğinde gözümüm önüne, onun keserle bir ağacın gövdesinden ustaca yongalar çıkarışı gelirdi. Yontmak eylemi doğal olarak bir ağacı ve odunu çağrıştırıyordu. Öyleyse bu kaba, şekilsiz varlığın yontularak düzeltilmesi, bir şekle sokulması gerekirdi. Bir dülger yahut marangoz değildi amcam, fakat sahip olduğu alet ve edevatı kullanırken seyretmeye doyum olmazdı. Amcamı keserle bir ağaçtan helva gibi yongalar çıkarır, ondan bir hamur teknesi yahut balta sapı yaparken ‘’yontulmadık,, kelimesinin de ne anlama geldiğini çevresine öğretiyordu sanki.
Amcam öldüğünde be 12 yaşın baharını sürüyordum, çocuktum yani. Fakat şimdi kendime dönüp baktığımda, sahip olduğum bütün değerleri, yaşama üslubunu ondan aldığımı fark ediyorum. İnsan çocukluk kahramanının bahçesinde çiçek açıyor. En kalıcı değerleri okuldan yahut kitaplardan değil, içine doğduğu ailenin özsuyundan, geleneğinden ve terbiyesinden alıyor.
Eğitimsiz fakat Anadolu irfanıyla aydınlanmış bir köy adamının evinde, bugünkü modern eğitim sisteminden pekala daha kalıcı değerler kazanabiliyor insan. Şimdi düşünüyorum da, o evde yalan söyleyen biri hiç olmamıştı. Böyle bir şey vuku bulduğunda amcamın nasıl davranacağını tahmin etmek güç değildi. Gün gelip oğullar evden ayrılmaya karar verdiğinde, amcamın bütün aileyi bir araya toplayıp mini bir konferans verdiğini dün gibi hatırlıyorum.
Gidecekleri yerde nasıl davranmaları gerektiğini anlattı onlara. Ailenin adına zarar verecek bir davranışta bulunmamaları konusunda uyardı. ‘’Başkasının malında gözünüz olmasın’’ dedi. ‘’Gerekirse aç yatın ama dışarıda kimseye belli etmeyin’’
Bütün bunları, ailemle, soyumla öğünmek için söylüyor değilim. Zaten bunlar, köylerde yaşamış ve bir dağ başına gömülmüş amcama, onun evine özel değil, bütün bir Anadolu insanının ortak meziyetleriydi.
Bizi bütün fırtınalara rağmen ayakta tutan da bu ahlak anlayışı, bu yaşama üslubuydu.
Bugün artık sahip olmadığımız o büyük aile, o doğal ‘’değerler eğitim yuvası’’ farkında olmasak bile hayatımızı yönetiyor, bizi birbirimize bağlıyor ve toplumun omurgasını sapasağlam tutuyordu.
Bugün bütün meseleler siyasetle tartılır ve bütün değerler siyasetin emrine verilirken, asıl yitip gideni göremiyoruz. Bir toplum, bütün enerjisini, ülküsünü, hayalini ve geleceğini bir kişinin siyasi kariyerine bağlayarak nasıl yaşayabilir. Bunu ne kadar sürdürebilir? Ona tapınarak yahut ondan nefret ederek!.. Bu hır gür, bu kara kasırga içerisinde asıl eriyip giden insan ve onu ayakta tutan değerler.
Bundan hiçbirimizin haberi var mı? Çocuklarınıza kul hakkını, yalan söylememeyi, başkasını incitmemeyi, zarafeti, tevazuyu, başkalarının acılarına yanmayı öğretebiliyor musunuz?
Amcam ‘’yontulmadık’’ derken bilmeden Taptuk Emre’nin dergahına kırk yıl eğri odun götürmeyen Yunus’a kendi köyünden bir selamı gönderiyordu. Bende bu günün karanlığına bakıyorum, ne çok ‘’yontulmadık’’ var! Devletin zirvelerine çıksan, profesör, hatta din alimi olsan, elin kalem tutsa, ha bire yazsan, meşhur ve tanınmış yazar gazeteci olsan yontulmamışsan fayda etmiyor. Bir şeyler eksik sende ve ne yazık ki hep eksiliyor…
Hepinize iyi hafta sonları sevgili Denge okurları...
ÖNEMLİ NOT: Bu sayfalarda yayınlanan okur yorumları okuyucuların kendilerine ait görüşlerdir.