İnsanlar belirli bir yaştan sonra mı başlıyor eskiye özlem duymaya, bugünle dünü veya kendi çocukluğuyla bugünküleri karşılaştırmaya...
Yoksa bu, benim gibi nostalji bağımlılarının bir karakter özelliği mi bilmiyorum...
Yıllar önce izlediğim Paris’te gece yarısı adlı filmin ana karakteri Gil, 1920’lerin Paris’ine o kadar geri dönmek ister ki, bu arzusu bir gün gerçek olur. Geçmişe döndüğünde ise bu arzusunun kendi dönemine ait olmadığını görecektir.
1920’lerin Paris’inde bir kadınla tanışır. O da kendi zamanına burun kıvırmakta,1800’lerin sonlarında, Paris’in altın çağı sayılan yıllara dönmek istemektedir. Bana da çok olur. Eski filmleri izledikçe, eski dönemlere ait romanlar, öyküler okudukça, hangi dönemden bahsediyorlarsa, o zamanlara dönmek, oralarda yaşamak isterim. Bir zaman makinası icat edilecek olsa sorgusuz sualsiz kullanacaklardan biri olurdum. Buna eminim. “Geleceğe gidelim, geçmişe mi? diye sorsalar, hiç düşünmez, ‘Efendim istirham ediyorum, ivedilikle beni maziye götürürüz’ derdim.
Çocukluk yılları dünyanın kötülüklerinden habersiz olmayı, keşfetmenin heyecanı hissetmeyi, sokaklarda amaçsız koşturmayı…
Özellikle de kendimize icat ettiğimiz oyunların içinde kaybolurken yaşadığım o “Dünyadan kopma” hissini.
Biz o dünyadan kopma hissini sokaklarda yaşıyorduk. Apartmanın arka bahçesinde çekirge peşinde koşarken, ip atlarken, saklambaç, yakartop, voleybol, istop oynarken…
Bisiklete binerken, taşlardan, yapraklardan, deniz kabuklarından oyunlar icat ederken... Evde oynadığımız oyunlarda bile dışarda olmaya özenirdik. Salondaki halı, desenleri ile birlikte kayalıklarla dolu bir ırmak olurdu, kanepe ise gemimiz. Tenten’in serüvenlerini canlandırırdık... Bugünkü çocuklar bu kaybolma, oyun oynarken dünyayı unutma hissini tabletlerinin ekranlarında, bilgisayar oyunlarında ve dört duvar arasında yaşıyorlar. Buna, “oyun oynarken dünyayı unutma” demek güç tabii. Ancak “uyuşma” kelimesi ile tanımlayabiliriz. Yapılan bir araştırmaya göre, Türkiye’deki çocukların %61’i ortalama 1 saat ya da daha az süre sokakta oyun oynama şansı elde ediyor. Buna bir tür hapis hayatı demek mümkün. Çevresel koşulları düşündüğümüzde, pek çok anne baba için evin içi sokaklara göre daha güvenli. Kontrol edebilecekleri bir çevrede çocukları gözetimleri altındayken, dört duvar arasında oynamalarına tercih ediyorlar. Çocukların en büyük ve en yakın arkadaşları ise dizüstü bilgisayarlar, telefonlar ve tabletler.
Muazzam boyutlara varan yeni bir medya kavramı ve aynı zamanda enteresan bir sağlık düşmanı ile karşı karşıyayız.
SOSYAL MEDYA!
Sadece aktif Facebook kullanıcılarının sayısı 250 milyon sınırını zorluyor. Listeye Instagram’ı, Pinterest’ti, Google ve ve Yahoo’yu da ekler, üstüne bir de Twitter eklerseniz rakamlar 1 milyarı zorluyor.
Sosyal medyanın sadece bir “zaman hırsızı” olduğunu da zannetmeyin, Sağlığımız için de ciddi bir tehdit olduğu belirtiliyor. Sadece bedensel ve ruhsal sağlığımız için değil, sosyal ve moral sağlık içinde müthiş bir problem olduğu hekimler tarafından vurgulanıyor. Mobil telefonların, beynimize yolladığı mavi ışık uyarıları nedeniyle uykumuzun kaçtığı ve uyuyamadığımız söyleniyor. Sürekli Sosyal Medya’da olmak yalnızlaşmaya ve depresyonlara sebebiyet veriyor. Hiçbir kontrolün olmadığı sosyal medyadaki kanıtlanmamış kirli bilgiyi bize verebiliyorlar. Göz sağlığı üzerinde de olumsuz etkileri olduğunu düşünenlerin sayısı fazla. Prof. Dr. Yankı Yazgan, “Dijital dünyaya doğan bir nesli, teknoloji ile iç içe büyümekten alıkoyamayacağımızı söylüyor. Ancak, çocuğun bu teknoloji ile kurduğu ilişkinin niteliğine dikkat etmek gerektiğinin altını çiziyor. Anahtar teknoloji ve ekranları çocuk bakıcısı olarak ya da ilişkiyi, sahici deneyimi engelleyecek biçimde kullanmamak. Ekran ile ilişki artıp ekran hem bir oyun yeri hem de oyun arkadaşı haline gelince oyun dengesizliği karşımıza çıkıyor” diyor.
“En büyük arkadaş veya eşlikçi”, dedim biraz evvel, yalan değil. Bilgisayar, telefon ve tabletler oyun yerini, arkadaş ve oyunun kendisini bir yerde buluşturuyor.
Elimizdekiler “Akıllı cihazlar” fakat bu anlamda pek akıllı sayılmazlar, doğru kullanılmadığında çocukların gelişimini yavaşlatıyorlar. Ne yazık ki pek çok durumda en kolay çocuk oyalama yöntemi, tablet ve bilgisayarlar.
Her 10 ebeveynden 9’u çocukların gerçek ortamda spor yapmak yerine bilgisayar oyunlarını tercih ettiğini söylemiş. Her iki kişiden biri ise çocuklarla dışarda oynamak için vakti olmadığını belirtmiş.
Öte yandan, ebeveynler, sokakta oyun oynamanın çocukların gelişimini konusundaki katkılarının farkında. Ekran-sokak dengesini sağlamak, çocuk gelişimi konusunda en önemli anahtarlardan biri. Çocukları teknoloji çağından soyutlamak elbette manasız ve mümkün değil. Ancak sağlıklı çocuk gelişimi için “Denge” konusuna kafa yormaya mecburuz.
Hepinize iyi hafta sonları sevgili Denge okurları.
ÖNEMLİ NOT: Bu sayfalarda yayınlanan okur yorumları okuyucuların kendilerine ait görüşlerdir.