2017 takvim yılı girdikten az sonra Ortaköy’deki tüm dünyada bilinen ve tanınan Reina(Kraliçe) isimli gece kulübünün dış kapısına gelen bir kişi bindiği taksiden inip gece kulübüne doğru yürür. Kulübe yaklaştığı sırada da yanındaki uzun namlulu silahla herkese ateş etmeye başlar…
Bel hizasında tuttuğu silahıyla muhataplarının bellerinden üstüne, yani onları öldürmek için ateş etmektedir. Yaklaşık 700 civarında insanın eğlenmekte olduğu mekanın içine girdiğinde de yine gördüğü herkese ateş etmekte ve şarjöründeki mermiler bittiğinde, yenisini takarak ateş etmeyi sürdürmektedir.
Yanındaki şarjörde bulunan 180 mermi bittiğinde, üzerindeki montu sakin bir şekilde çıkaran teröristin gece kulübünü terk ettiğini ve bir taksiye binerek uzaklaştığını basından takip ettik. Uzmanların değerlendirmesine göre profesyonel ve bu işler için eğitilmiş bir katille karşı karşıyayız. Kararlılığı, soğukkanlılığı ve sakinliği bunu doğruluyor. En ufak tereddüt ve bir şaşkınlık emaresi göstermemesi de tecrübeli oluşuna işaret ediyor olmalı.
Profesyonel eğitim ve tecrübeye sahip bir terörist gerçeği de söz konusu saldırının arkasında bir büyük devletin istihbarat teşkilatı ya da teşkilatları olduğu noktasına getiriyor bizleri. ABD 1900’lü yıllar da yaptığı bir planlamada güneydoğumuz da dört parçalı (İran, Irak, Suriye,Türkiye) bir kürt devleti kurmayı öngörmüştü.
Biz bir olalım, iri olalım, diri olalım derken bazı dinci (dindar değil) çevreler onların ekmeğine yağ sürecek söylem ve eylemler de bulunuyorlar. Bilerek ya da bilmeyerek… Yılbaşından 20 gün öncesinden bir kampanya başlatıldı. Yılbaşı kutlayan kafir, yılbaşı eğlencesi küfürdür diye. Milli gazete ve Akit bu kampanyaya destek verdiler, bazı vakıflar ve kurumlarda dahil oldular.
Aydın’da Ramazanpaşa Cami’nin girişine kocaman bir bez pankart asılmıştı. Bir milli piyango bileti ve ona uzanan bir el. Altında “Bu pisliğe sakın bulaşmayın” diye bir yazı. Nazilli’de Noel babanın başına silah dayama fantezisi… Adam Reina katliamından sonra tweet atmış. Diyor ki, “Noel Baba hep hediye mi getirecek sandınız, içtikleriniz böyle kusarsınız…” Üstelik bu nefreti kusan vicdansız kim biliyor musunuz? Bu ülkenin Futbol Federasyonuna kayıtlı bir futbol hakemi. Sosyal medyada buna benzer yüzlerce tweet… (Diyanetin son Cuma hutbesini de belirtmeliyim) Bunları atanların babaları, dedeleri biz İstanbul’da üniversite de okurken Karaköy rıhtımına demirleyen ABD’nin altıncı filosunu taşlarken NATO’ya hayır diye bağırırken “Komünistler Moskova’ya” diye üstümüze yürüyenlerdir. Şimdi de aynı aptallıkları aynı vicdansızlıkları sürdürmektedir…
Ankara, Gaziantep, Beşiktaş, Kayseri ve Ortaköy… 2016 yılında yurdun çeşitli yerlerinde 38 patlama olmuş yüzlerce vatandaşımız istemeyerek dünyaya veda etmiş.
Neden yaşıyoruz? Hayatın anlamı nedir? Her an canımızı tehlike altında hissederken “normal” bir yaşam sürdürmek mümkün müdür? Normal Nedir? Belki “normal” in bir tane tanımı yok, kişinin kendisine, yaşadığı yere, zamana, içinde yaşanan topluma ve zamanın ruhuna bağlı…
Yine de bir “normal tanımı” var.
Sınırları hayli geniş bazen şeffaf bazen hızlı değişiyor ama “normal” kelimesini tanımlayan bir çatı var hayatta.
Şimdi son olaylara çatı üstümüzden uçtu gitti burada yaşadığımız hayatın anlamını belirleyen köşe taşlarını da yanında aldı götürdü, ondan bu halimiz…
O çatı tekrar geri gelecek mi? Köşe taşları yeniden yerine oturacak mı? Elbette oturacak. Biz oturtacağız. Kolay değil ama yapmak zorundayız.
Psikolojide “üzüntünün beş evresi olarak bilinen bir teori var. Şu anda hepimiz farklı farklı yerlerdeyiz. İçinde bulunduğumuz durumu anlayacağız ki tedavisini bulalım. Üzüntünün beş evresinde önce İNKAR var. İnsanı hiçbir yere götürmeyen, götürürse de geciktiren, ayağa çelme takan inkar evresi, kimsenin korkudan gelmek istemediği, yatırım yapmaktan çekindiği, turizm ve eğlence sektörünün durma noktasına geldiği bir Türkiye’yi küçük çocuklar gibi “Yükselişte işte, bana ne, bana ne!” diyerek yükseltemeyiz. Sorunları görmezden gelerek sahip olduğumuz değeri göklere çıkaramayız. Ancak zarar veririz.
Tabii bu anlamda “İnkar” safhasını anlamak mümkün, hepimiz inkarı seçiyoruz bir yerde. Ülkemize, vatanımıza duyduğumuz derin sevgi hepimizi bir yerde acıyı, gerçeği inkar eden küçük çocuklara dönüştürebiliyor.
İkinci evre öfke. Bugün en kalabalık grubun “öfke” başlığı altında toplandığını söyleyebiliriz. Sosyal medyada öfkesini kusanlar, durmadan sövenler, küfredenler, mutsuzluk batağında her geçen gün daha derine inenler… Dibe vurunca yükselecekler ya da bu öfke batağı onları yutacak…
Üçüncü evre: “Pazarlık”. Teröre rağmen dışarı çıkacağız… Her gün evden çıkmak ölüm tehlikeleri barındırmasına rağmen, işimizi en iyi şekilde yapmaya devam edeceğiz… Kendimizi kitaplara, filmlere, şenliklere boğacağız… Ve her şey daha iyi olacak!” demek…
Olacak ama şimdi değil, biraz daha uğraşmak gerekecek çünkü sırada zorlu bir aşama var: Depresyon. Birbirimize “iyileşmek için ne yapıyorsunuz?” diye sorduran depresyon. Sokağa çıkmak istememek, iş yapmak istememek, nefes almak istememek… Pek çoğumuzun içinde bulunduğu durum. Çıkacak mıyız? Evet, çıkacağız. Hayatla “pazarlık” yaptığımız evredeki faktörleri gerçekten yaparak, uygulayarak çıkacağız ve ardından son evre olan “kabullenme”ye geçeceğiz.
Siyaset toplum baskısı ile şekillenir. Bu da doğru bildiğimizi söylemek, yöneticilerimizden adalet ve eşitlik istemek, hayat tarzları üzerinden ayrışmayı desteleyen, herhangi bir terör saldırısına “oh olsun” diyen herkesin karşısında durmak demek. Kabullenme ve iyileşme de bu değerlere sarılarak mümkün oluyor. Her farklı evrede bir süredir, çoğumuz gibi ben de depresyon ile kabullenme arasında gidip geliyorum. Sığındığım sakin limanlar hiç değişmiyor: Hareket etmek, sevmek, güzel düşünmek, şükretmek, kısacası terörün ve şiddetin küçülttüğü dünyamızda, en azından zihnimde, beynimde hapis kalmamak, sınırlarını mümkün olduğunca geniş tutmak… Size de tavsiye ederim.
Hepinize iyi hafta sonları sevgili DENGE okurları.
ÖNEMLİ NOT: Bu sayfalarda yayınlanan okur yorumları okuyucuların kendilerine ait görüşlerdir.