Son günlerde bana bir şeyler oldu sevgili okur. Her olaydan sonra müthiş bir şekilde daralıyorum sıkılıyorum. Hani derler ya, hafakanlar basıyor.
Şehit haberleri geliyor daralıyorum. Aptalca yapılan hatalar neticesinde meydana gelen trafik kazalarında insanlar ölüyor. Daralıyorum. Kadın cinayetleri peş peşe geliyor, daralıyorum. Çocuklarımız ölüyorlar, ağzı dili olmayan hayvanlara akıl almaz işkenceler yapılıyor, daralıyorum. Halkımızın bir kesimi kuru ekmeğe muhtaç iken; Halkın evi olan Beştepe külliyesinde 30 Ağustos resepsiyonundaki “yerli” ve “milli” menünün: Chia tohumu eşliğinde ejder meyveli smoothie, liçi meyvesi eşliğinde egoli, Starex meyvesi ekşiliğinde aloevera, Pataşur içindeki çerkez tavuğu, Zencefilli somonlu şusi, tartalet içinde humuş, susamlı levrek simidi olduğunu okuyor daralıyorum.
2015 yılında dolar 2.95 lira idi şimdi 6.70 lira, Euro 3.23 lira idi şimdi 7.75 lira. Dolar daha bu yılın Şubat ayında 3.70 lira idi. Bugün 6.70 lira.
Bir ülke parasının değeri birkaç ayda hızla eriyip değerini yarı yarıya kaybetmişse, resmi enflasyon yüzde 18 olup gerçekler bunun iki veya üç katı ise bu gerçekler karşısında insan daralmaz mı? Ben de daralıyorum.
Variyetimiz var lakin daralıyoruz ve daraldıkça daralıyoruz! Çok öfkeliyiz. Bir kaşık suda boğuyoruz birbirimizi… Gönül nedir, hatır nedir bilen kalmadı doğrusu!
Geçen gün iki kişi arasındaki konuşmada sarf olunan bir cümle gelip düşüncelerimin arasında yerini alıverdi. “Dar” sözcüğünü ve yine dar sözcüğünden türemiş daralmak fiilini ne kadar geniş bir alanda kullanıyormuşuz meğer! Dar giysi, dar geçit, dar elbise, dar ev, dar sokak, dar koltuk üzüntüden daralmak, sıcaktan daralmak, sıkıntıdan daralmak, gürültüden daralmak vs.
Ha bir de her şeye “daral geldi” diyen argocuları da unutmamak lazım!..
Hatırlıyorum da eskiden evlerimizin ne çok odası vardı. Genellikle bahçe içinde genişçe odalar ve salonları olan evlerdi bunlar. Bu evlerin misafir odaları bulunurdu. Gelen misafirler, bu temiz sadece misafirler geldiğinde açılan odalarda rahat ederlerdi. İsterlerse gece yatıya kalınır, hiç kimse rahatsızlık duymazdı.
Akrabalık ilişkileri daha sıkı, dostluklar daha sıhhatliydi.
Sonraları bu kör olası apartmanlar apansız, destursuz bir şekilde girdi hayatımıza. Ve olanlar oldu. Önce oda sayıları azaldı, sonra daralttıkça daralttılar evleri ve dolayısıyla ruhumuzu ve sabrımızı… Ne misafir odaları kaldı ne de gelen misafir! Kendimiz bile sığamaz olduk bu sözde evlere! Ruhumuz sıkıldıkça sıkıldı, çevremiz azaldıkça azaldı. Uzaktaki dost ve arkadaşlara sıkıntı yapmayalım diye gidemez olduk. Bu daralmış evler bizi de daralttı! Her şeye kızar olduk!
“Bu apartman katlarından alın kurtarın beni
Tavanlar basık basık, odalar yarım yarım
Ey çocukluk günlerimi süsleyen sofalarım
Avlularım neredesiniz?”
Şair Yavuz Bülent Bakiler eskileri şiirinde böyle anlatıyor.
Bu apartman katlarından kurtulmak bu çağda mümkün mü? Mümkün olmadığı gibi bağımızı, bahçemizi, zeytinliklerimizi bile elimizden aldılar. Dağ, taş apartman oldu. Pek çok şehirde kıyıda, köşede bile meyve bahçeleri içinde saklanmış doğru dürüst ev kalmadı.
Olanlar da maalesef gün sayıyor. Ev ve Apartman üzerinden gittik lakin hayatımızın her safhasında bizi daraltan bu tür meselelerimiz var. Kafamızı dinlemek için birkaç günlüğüne ve saatliğine doğaya açılıp gevşemeyi deneseniz pişman oluyorsunuz. Gittiğiniz her yerde izdiham var artık. Ne göl, ne ırmak ne de bir deniz kenarı kaldı! Her yerde bir kalabalık, bir kuyruk, bir kargaşa insanı daraltıyor…
Nereye giderseniz gidin canınızdan beziyorsunuz. Daralıyorsunuz. Her yer karınca misali insan kaynıyor. Her yer piknik yapanlarla dolu, mangallar ve duman furyası ve her yer araba… Bu kalabalıkların doğa ile dostlukları ise suni ve sahte! Üç beş çiçek ismini dahi sayamayan, hayatında tek bir fide dahi dikmemiş, doğanın bozuluşuna duyarsız kalmış hatta bizzat katılmış, özellikle de sularımızı olabildiğine kirletip, kötü kullanmış olan insanların doğa keyfine gıcık oluyor gene daralıyorum.
Bir zamanlar, bahçeden, bağdan, yayladan, dağdan sıkılıp varını yoğunu satıp şehre koşan insanlar bu kez tam tersine yönelmiş durumda. Fakat bu kez turist olarak sadece kalabalık yapıyorlar; ev sahibi olmak varken, üretmek varken, özgürce doğayı izlemek varken şimdilerde herkes ama herkes doğanın tüketicisi durumda ve doğa bu yoğunluğu kaldıramıyor. Yollar necaset kokuyor, göller, nehirler yok oluyor, kuruyor. Denizler kirleniyor mikrop saçıyor.
Kim bilir belki onlara da insanlardan daral geldi. Daraldıkça daralıyorlar. Bütün bu olaylar beni limon sıkar gibi sıkıyor, daralıyorum.
Hepinize iyi hafta sonları sevgili Denge okurları.
ÖNEMLİ NOT: Bu sayfalarda yayınlanan okur yorumları okuyucuların kendilerine ait görüşlerdir.